ERİCSON’UN PSİKOSOSYAL GELİŞİM MODELİ
Erikson'un psikososyal gelişim kuramına göre insan yaşamı sekiz evreden oluşur. Birbirinden kesin sınırlarla ayrılmamakla birlikte her dönemin kendine özgü özellikleri, çatışmaları ve krizleri vardır. Kişiden kişiye farklılık göstermekle birlikte tüm insan yaşamının kendine özgü bir seyri vardır. Gerçekte insan yaşamı belirli özelliklerin önde geldiği dönemlerle birbirinden ayrılır. İster tamamlansın ister tamamlanmasın herkes bu dönemleri yaşar. Gelişimdeki diğer bir özellik epigenetik ilkedir. Bu ilk kez Erik Erikson tarafından tanımlanmıştır. Bu ilkeye göre gelişim ancak her dönemin tek tek sağlıklı bir biçimde tamamlanması ile olasıdır. Dönemlerden birinde bir aksama ve yetersizlik olduğunda sonraki dönemlerin de bundan etkileneceği ileri sürülmektedir. Bu da etkilenmenin derecesine göre değişik alanlarda bozukluğa neden olur. Üçüncü temel ilke her dönemin kendine özgü özellikleri,çatışmaları vardır. Değişik modeller biyolojik olgunluk, psikolojik yetiler, uyum özellikleri, savunma düzenekleri, rol beklentileri, sosyal davranışlar ve bilişsel yetiler üzerinde durarak tanımlamalar yapmaktadır.
Bebeklik dönemi (Temel güven-güvensizlik): Bu dönemde sevgi ve yakınlık görme, bakım alma temel gereksinimdir. Bu René Spitz'in gözlemlerine dayanır. Spitz, anne yoksunluğunun çocukta her türlü gelişimi olumsuz yönde etkilediğini göstermiştir. Anaklitik depresyon kavramı ona aittir, 6-12 aylararasında anne ya da temel bakımı veren kişiden ayrılma ile ortaya çıkan ilgisizlik, duygusal geri çekilme ve gelişmenin durmasını tanımlamaktadır. Bu dönemde çocuğun gereksinimleri, algıları ve kendini belirtme biçimleri ağız, dudaklar ve ağız bölgesindeki diğer organlar aracılığı ile olur. Oral bölge ruhsal düzenlemede önde gelen rolünü 18 aya dek sürdürür. Oral duyumlar arasında açlık, susuzluk, doyma, zevk veren dokunsal uyaranlar sayılabilir.
Psikanalitik kurama göre oral dönem olarak adlandırılan yaşamın ilk bir yılı boyunca bebekte temel güven duygusunun gelişmesi beklenir. Annesi yanında olmadığı anlarda bebek aşırı bunaltıya kapılır, annenin geçici yokluğuna katlanabilmesi için, onun geri döneceğine ve eskiden olduğu gibi kendisine bakım vermeyi sürdüreceğine güven duyması gerekir. Burada aynı zamanda bebeğin annesinin yokluğunda kötü bir şey olmayacağına güven duyması ve bu güvenin annesi tarafından paylaşıldığını hissetmesi de (yani kendini annenin sevgi ve güvenine değer bulması) söz konusudur. Yaşamın ilk yılı içindeki bebek, gereksinimden doğan gerginlik, doyumun gecikmesi ve doygunluğa ulaşması döngüsünü tekrar tekrar yaşayıp bu döngüye uyum sağladıkça, zaman da yaşamın bir boyutu olarak bebeğin dünyasına girmeye başlar. Anneyle ilişkiye olan güven böylece doyumun geleceğine güvenme biçimini alacak, bu da zamanın kendisine bir umut niteliği yükleyecektir. Beklemenin doyum getireceğine güven duyulmayan durumlardaysa güvensizlik duygusu gelişecektir. En istenen koşullarda bile, bebeğin annesinin varlığına ve gereksinimlerini karşılayacağına güveninin sarsıldığı anlar söz konusu olur. İşte bu evreden çıkarılan temel güç olan umut, güven ve güvensizlik arasındaki bu çatışmadan doğar. Umut, şimdi değilse bile gelecekte gereksinimlerin karşılanacağına,isteklerin yerine getirileceğine ve doyumun sağlanacağına inanmaktır. Böylelikle, yaşanan anın getirdiği güvensizlik duygusuyla başetmek kolaylaşır, gelecekten iyi şeyler beklemek olanaklı olabilir. Erikson, özetle bu dönemden çıkarılan kimlik duygusunu "içimde yaşattığım ve başkalarına verdiğim umut neyse, ben oyum (I am what hope I have and give)" olarak belirtmiş, güven duygusunun daha sonraki yakın ilişkilerde karşılıklı benimseme (mutual recognition), güvensizliğin ise yakın ilişkilerden kaçınma ve içe kapanma şeklinde gösterdiğini vurgulamıştır.
Bu dönemde anne ya da bakıcı ile güven veren bir bağımlılığın olması temel güven duygusunun gelişmesini sağlar. Aşırı doyum ya da yoksunluk; aşırı iyimserlik, narsisizm, kötümserlik, isteyicilik gibi özelliklerin ortaya çıkmasına ve kişilikte belirgin olmasına yol açar. Benlik saygısını korumak için aşırı bağımlılık gösterebilirler. İmrenme ve kıskançlık sıklıkla oral eğilimlere eşlik eder.
Temel güven, annesinin şiddetli sağlık sorunları olan ya da birden fazla bakım verenin olduğu bakımevleri ve çocuk yetiştirme yurtlarında yaşayan bebeklerde bozulabilir. Böylece erken dönemde bu özel bağlanmanın olmaması daha sonra kendini empati eksikliği, yakın ve sıcak karşılıklı ilişkiler kurmada yetersizlik şeklinde gösterir.
Erken çocukluk dönemi (Özerklik-utanç ve kuşku): Bu dönemin önemli özelliği çocuk için bedende odak noktasının artık oral bölgeden anal bölgeye geçmesidir. Bu dönemin önemli özelliği anal ve uretral sfinkterlerin kontrolünün sağlanmasıdır. Sifinkter kontrolü ile çocuk kakasını istemli olarak tutma ve bırakma olanağına kavuşur. Bu dönem 1-3 yaşları arasını kapsar. Bu dönemde libidinal özellikler saldırgan dürtülerle yoğun bir biçimde karışır. Sifinkterlerin istemli olarak kontrol edilebilmesi için pasiflik ve aktiflik arasında hızlı değişimlerin yaşanmasına neden olur. Tuvalet eğitimi ile ciddi bir ambivalans yaşanır. Ayrılma, bireyselleşme ve bağımlılık alanlarındaki ambivalans da buna eşlik eder.
Anal erotizm anal işlevden alınan cinsel hazzı belirtir. Çocuk kakasını anneye verilen bir hediye gibi görebilir. Anal sadizm ise kakayı bırakmanın bir saldırganlık aracı, silah gibi kullanmasıdır. Bu dönem temelde bağımsızlık ve anne baba denetiminden ayrılmanın önde geldiği bir dönemdir. Sifinkter kontrolunun sağlanması özerklik kazanmayı temsil eder. Özerklik, çocuğun hem içinde uyanan isteklerin hem de çevrenin isteklerinin koşulsuz uygulayıcısı olmaktan çıkmasını ve kendi denetimini kendi eline almasını anlatır. Çocuğun bağımsız iradeye sahip bir birey olarak kendini ortaya koymaya başlamasına, başkalarının önünde durduğunun ve onlarca değerlendirildiğinin bilincine varması eşlik eder. Bunun getirdiği utanma duygusu, yeni filizlenmeye başlayan birey olma bilincinin bedeli gibidir. Gerek tuvalet eğitimi, gerekse başka alanlarda kendi iradesini annesinin iradesinin önüne geçirme denemeleri yapan çocuk, özellikle kendi bireyselliğini algıladığı bu duyarlı anlarda yoğun utanç duygusunun altında kalır ya da bırakılırsa, özerklik denemlerinden kaçınmak zorunda kalacaktır. Tuvalet eğitimi açısından bu sifinkter (gerisi) üzerindeki denetimini annesine bırakması demektir. Bu da çocukta, birileri tarafından arkasından izleniyor ve yönlendiriliyor olma duygusunun, yani temel kuşkunun büyümesine neden olacaktır. Bu olumsuz duygulara karşın özerklik evresinde edinilen özdenetim yetisi özgür iradenin gelişmesi anlamına gelmektedir. Öyleyse bu dönemden çıkarılan kimlik duygusu "Özgür irademle isteyebildiğim neyse, ben oyum (I am what I can will freely)" olacaktır.
Bu dönemden kaynaklanan olumsuz kişilik özellikleri anal erotizm ve buna karşıkoyma çabalarını temsil eder, ondan kaynaklanır. Düzenlilik, inatçılık, bencillik, tutumluluk, cimrilik bu döneme ait kişilik özellikleridir. Anal özelliklere karşı savunmalar yeterli olmazsa ambivalans, düzensizlik, kirlilik, öfke, meydan okuma ve sadomazokistik eğilimler ortaya çıkar. Bu dönemin sağlıklı bir biçimde aşılması ile bireysel özerklik yani kendinden emin olma kazanılır. Suçluluk duymadan karar verme ve işbirliği yapma yetisi kazanılır. Ambivalans yaşanmaz.
Anal erotizmin üretral karşılığı üretral erotizmdir. Üretral retansiyonda aynı şekilde anal retansiyona karşılık gelir. Üretral işlev de sadistik bir nitelik kazanabilir. Baskın üretral eğilimler rekabet ve hırs biçiminde kendini gösterir. Üretral yeterlilik kişiye gurur ve bireysel yeterlilik duygusu kazandırır.
Oyun çocukluğu dönemi (Girişim - suçluluk duygusu): Bu dönem 3-5 yaşlar arasını kapsar. Bu dönemin temel özelliği genital bölgenin ilgi ve uyarılmada birincil odak noktası olmasıdır. Her iki cinsiyette de penis temel ilgi alanıdır. Masturbasyon, cinsel organları gösterme vb. konulara aşırı ilgi olur. Kızlardaki penis eksikliği kastrasyon kanıtı olarak görülür. Karşıt cinsiyetle cinsel eyleme girme ve masturbasyon fantazileri olur. Masturbasyon ve ödipal dürtüler kastrasyon anksiyetesini arttırır.
Bu dönemde ilgi genital işlev ve genital organlar üzerine yoğunlaşmıştır. Bu dönemde özdeşim yolu ile cinsel kimlik oluşumu pekişir. Mahçup olmadan ilgi duyma, suçluluk duygusuna kapılmadan girişimde bulunma, içrel dürtülerle ve dıştan kaynaklanan güçlüklerin üstesinden gelebilme bu dönemin özellikleridir.
Ödipal çatışmanın bu dönemin sonunda çözülmesi dürtüsel gereksinimlere karşı güçlü bir içrel kaynak yaratır. Beş yaşına doğru bir ruhsal yapı olarak süperego gelişir. Süperego, kişiye kimi isteklerinin yanlış olduğunu söyleyen ve yasak amaçlara ulaşmak yolundaki girişimlerin suçluluk doğurmasına neden olan bir iç örgütlenmedir. Bu hali ile girişimlerin yönlendiricisidir. Süperegonun oluşumu çocuğun fazla beklemeden erişkin rollerine çıkma özlemlerini dizginler. Bunun için daha yıllarca beklemesi gerektiğini farkeden çocuk, hiçbir biçimde körelmemiş düşgücünü bu kez daha gerçekçi biçimde kullanmaya ve büyüdüğünde nasıl bir olmak istediğini sezinlemeye yönelir. Sonuçta bu dönemden "Gelecekte kim olmayı düşleyebiliyorsam, ben oyum (I am what I can imagine I will be)" şeklinde bir kimlik duygusu çıkarılmaktadır.
Okul dönemi (Çalışma ve yapıcılık - aşağılık duygusu): Ödipal çatışmanın çözülmesinin ardından cinsel dürtülerin eylemsiz gibi göründüğü dönemdir. Yaklaşık 5-6 yaşlarında başlar ve 11-13 yaşlarında sona erer. Süperego gelişiminin tamamlanması, ego işlevlerinin olgunlaşması, içgüdüsel dürtülere karşı güçlü bir denetim sağlanması bu dönemde olur. Bu dönemde çocukların ilgisi kendi cinsiyetlerine yöneliktir. Libidinal ve saldırganlık dürtülerinin sublimasyonu ile öğrenme ve çeşitli etkinliklere katılma önem kazanır. Cinsel ilgi uykuya dalmış gibi sessizdir. Bu dönem önemlibecerilerin kazanıldığı bir dönemdir. Bu dönemde ödipal özdeşimler pekişir. Cinsel rol ve kimlik sabitleşir. Göreceli olarak cinsel ilginin azalması ego gelişimini destekler, yeni beceriler kazanılır. Katı tutumlar, güçlü savunmalar (reaksiyon formasyon, özdeşim, deplasman) görülür. Anne ve baba yüceltilir.
Çocuk büyüdüğünde toplumun kendisinden bekleyeceği üretime dönük işleri nasıl yapacağını bu dönemde öğrenmeye başlar. Eskiden doğrudan doğruya avcılık, çiftçilik ya da sürü otlatma gibi yalın işleri öğrenirken, günümüzde büyüyünce bir meslek sahibi olmak için gerekli temel bilgileri öğrenmeye, sonuçta ekmeğini çıkarabilen erişkinler olmayı öğrenmeye başlamaktadır. Bu uğurda gerekli bilgi ve beceriyi edinmeye uğraşan çocuk ürettiği işlerle ailesi, arkadaşları ve eğitimcilerinin gözünde kendine bir tanınma sağlayabildiği ölçüde giderek pekişen bir çalışma ve yapıcılık (industry) duygusu geliştirecektir. Dolayısıyla büyüdüğü zaman da üzerine aldığı işleri gerektiği biçimde yapabileceğine inanç duymaya, yaniyeterlik gücünü kazanmaya başlayacaktır. Bu evreden çıkarılan kimlik duygusu ise "İş yapma konusunda öğrenebildiğim neyse, ben oyum (I am what can I learn to make work)" olacaktır. Öte yandan yapmayı öğrendiği işlerle çevreden beklediği tanınmayı sağlayamayan çocuklarda iş kimliğinin gelişimi aksayacak ve aşağılık duygusu ön plana çıkacaktır.
Bu dönemin tehlikelerinden birisi içrel kontrolü sağlamada yetersiz kalma veya aşırı kontroldür. Kontrol yetisinin olmaması çocuğun enerjisini yüceltmesini güçleştirir. Bu şekilde beceri kazanma güçleşir. Aşırı kontrol ise kişilik gelişiminin erkenden bitmesi, aşırı obsesif özelliklerin ön plana çıkmasına neden olur. Sağlıklı gelişimine bağlı olarak çalışkanlık duygusu ve sorunların üstesinden gelme yetisi kazanılır.
Ergenlik dönemi (Kimlik - kimlik bocalaması): Cinsellik veya ergenlik dönemi buluğ ile (11-12 yaş) başlar ve bireyin genç bir erişkin olmasına dek sürer. Puberte erken ergenlik döneminde ortaya çıkan cinsel organlarda büyüme, pubik ve koltuk altlarında kıllanma, göğüste büyüme, ilk adet, erkekte semen oluşumunu belirtir. Buluğ kızlarda 10.5-12.5 yaşları arasındadır. Tümüyle biyolojik kökenli olan bu değişikliklerin önemli psikolojik sonuçları vardır. Bu dönemde bilişsel gelişme tamamlanır.
Cinsiyet hormonları sisteminin fizyolojik olarak olgunlaşması ile her türlü dürtü, özellikle de libidinal dürtüler yoğunlaşır, benliği sıkıştırmaya başlar. Bu da doğal olarak kişilik organizasyonunda regresyona neden olur. Bu şekilde daha önceki çatışmalar alevlenir. Bunların çözümlenmesi ile de olgun cinsel ve erişkin kimlik oluşur.
Bu dönemde temel amaç anne-babadan ayrılarak bağımsızlığın kazanılması, karşı cinsiyetle ilişkilerin kurulabilmesidir. Erişkin rolü benimsenir. Sosyal beklentiler ve kültürel değerlere uyum sağlanır. Kendilik duygusu gelişir. Bu dönemin başarılı bir biçimde geçirilmemesi durumunda eski çatışma alanlarına özgü özellikler kişilikte önde gelen bir şekilde ortaya çıkar. Sağlıklı gelişim ile olgun bir kişilik, cinsel yeterlilik ve uyumlu kimlik duygusu gelişir. Yaratıcılık, sevme, anlamlı amaçlar ve değerler kazanılır.
Genç erişkinlik (Yakınlık - yalnız kalma): 20-40 yaşlar arasını kapsar. Bu dönemde fiziksel, üretkenlik açısından ve bilişsel olarak en üst düzeye ulaşılır. Bu dönemde sevme ve cinsel olarak doyum veren ilişki kurma yetisi gelişir. Gençlik döneminden çıkarılan kimlik duygusu yoğun bir sevgi ilişkisi içinde eritilerek gerçek bir yakınlığın yaşanmasına olanak verecektir. Böylece, iki sevgili, eş ya da yakın arkadaşın bu evreden çıkaracakları kimlik duygusu "Neye sevdalıysak biz oyuz (We are what we love)" olacaktır. Bunun yapılamadığı durumlarda yalnızlık, toplumdan uzaklaşma ve bunlara bağlı olarak yetersizlik duyguları yaşanır.
Erişkinlik (Üreticilik - duraganlık): Bu dönem 40-60 yaşlar arasıdır. Kişisel ve iş yaşamında üretkenliğin olduğu dönemdir. Birey aile oluşturma çaba ve girişimleri ile toplumsal yaşama katkıda bulunurken işindeki üretkenliği ile de ekonomik yaşama katkıda bulunmaktadır. Bunların yapılmadığı durumlarda ise duraganlığı ve pasif tüketiciliği görmekteyiz.
Olgunluk (Benlik bütünlüğü - umutsuzluk): 60 yaş sonrasıdır. Kişi, yaşam sürecinin olması gerektiği gibi gerçekleştiği ve amacına ulaştığını derinden duyumsadığında benlik bütünlüğü duygusunu geliştirmiş demektir. Sürdürdüğü yaşamdan temelde kendisinin sorumlu olduğunun bilincindedir ve bu bilinç pişmanlık duygusuna neden olmamaktadır. Yaşam çizgisini belirleyen önemli kararların ve yaşamındaki önemli insanların hiç birini değiştirme isteği yoktur. Kendi seçtiği yoldan yürümüş, bu yolu sevmiş ve anlamlı bulmuştur. Bu düşüncelere genel bir insan sevgisi, insanlık onuruna inanç ve kendi yaşamının anlamlı olduğu düşüncesi eşlik eder. Ancak yaşlılık döneminde ulaşılabilen böylesi bir bilgelik, bu evreye özgü temel gücü oluşturur. Yaşamın bu son evresinden kimlik duygusu da "Benden geriye ne kalacaksa, ben oyum (I am what survives of me)" şeklinde belirtilebilir.
Bu dönemde fiziksel ve bilişsel yetiler azalır. Doku esnekliği kaybolur. Postural değişiklikler olur. Görme ve işitme yetisi azalır. Yeni bilgileri öğrenme zorlaşır. Bu dönemde kişi ruhsal olarak kendi ile hesaplaşmalar yapar. Neler yapıp yapmadığını, topluma, ailesine olan katkılarını "günahlarını, sevaplarını"
Yorumlar