SUÇ VE ÇOCUK

Suç, çok boyutlu genel bir kavramdır. En genel tanımıyla bir ceza hukuku normunun ihlal edilmesi sonucunda karşı taraf veya tarafların değişik şekiller zarar görmesi oluşan davranışlar. Bu, suçun toplumsal yönüdür. Psikolojik olarak suç ise; toplumun ahlak ve davranış kurallarına aykırı hareketlerin sonucu olarak toplumda çatışma haline düşmektir. Lombrossa’ya göre suç; ölüm, doğum gibi doğal bir olaydır. Bu hareket, bir ülkenin ve dönemin adet, gelenek ve düşünceleriyle çeliştiği zaman suç niteliği taşımaktadır.

Ceza ise işlenen suçlara karşı gösterilen tepkidir. Suça verilen yaptırım gücüdür.

Çocuk suçluluğu 3 kategoriye ayrılır.

0-11 YAŞ: Suç ne olursa olsun ceza uygulanmaz.

11-15 YAŞ: Bir suçun sonuçlarını kavrayabilecek yaşta ise ve yaptığı eylemin farkında ise çocuğa bir takım yaptırımlar uygulanıyor. Islahevine gönderilip, topluma kazandırılmaya çalışılıyor.

15-18 YAŞ: Suçlarına göre ceza alırlar. Ancak yaşları dolayısıyla indirim yapılır.

18- +       :  Suç işledikleri taktirde normal ceza alırlar.        

   Suçun Oluşması İçin Bazı Şartlar Vardır. Bunlar;

  • Ekonomik Nedenler : İşsizlik, toplumsal dengenin bozulması...
  • Toplumsal Nedenler : Gelenek ve göreneklerin oluşturduğu suçlar.(Kan davası, başlık parası v.b.)

Yanlış felsefe ve düşüncelerle büyüme, kolay yoldan para kazanma isteği, farklı

toplumlara  özenti, iletişim araçlarının etkisi, sanayileşme, güç, daha iyi yaşama isteği, beklentiler...İnsanı suça iterler.

          SUÇLU ÇOCUK

          Türk Hukuk sistemine göre “bir ceza hukuku normunu ihlal etmiş 18 yaşından küçük kimse olarak tanımlanabilir.” Lutz ise, suçlu çocuğu “suç teşkil eden bir durum ya da kabahat işlemiş küçük” olarak adlandırır.

          Kutsal kitaplara göre, yasağı bozduğu için cemaatten kovulan Adem’den, tanrılardan ateşi çaldığı için zincire vurulan Premeteus’a, gençleri düşünmeye yönelttiği için ölüme mahkum edilen Sokrates’ ten Bruno’ya, Galile’ye, Bedrettin’e kadar nice efsane ve gerçek halk kahramanının öyküsünde, uygarlık tarihi, egemen kurallar ve yasaklar karşısındaki insanın trajedisine tanık olmuştur. Ne var ki, bunlardan hiçbiri, kanımızca “çocuk ve suç” ikilemenin, yan yana bile gelmemesi gereken bu iki sözcüğün uyandırdığı duygu kadar trajik ve yürek yaralayıcı değildir.

Çocuk insan soyunun bu en sevilesi varlığı, nasıl oluyor da, dünyanın lanetleri, arasında itiliyor? Nasıl oluyor da çocuğun bahar dalı yüreğini suçluluğun kır ağısı zamansız yakıp kavuruyor? Nasıl oluyor da,körpe bendenler ıslah evlerinin tutuk evlerinin izbelerine, yaşamın acımasız çarklarına  savrulup duruyor? Toplum neden evlatlarını,korumakta aciz kalıyor.

Korumak bir yana, çocuklarımızı suçluluğun toplum dışına düşüren koşullarını yaratmakta giderek ustalaşıyor. Uygarlık,bilim, teknoloji, sanayi geliştikçe suçluluk duygusu artıyor. İnsanın yararına olması  gereken tüm bu gelişmeler, onu yalnızlığa mutsuzluğa götürürken, çocuklar da bundan hiç hak etmedikleri ölçüde paylarını alıyorlar. Belli ki, bu olgu da temelden bir dizi yanlış var. İnsanoğlunun beyninin ve bilimin tüm olanaklarının kullanarak evrenin sırlarını çözmeye harcadığı çabanın birazına yüreğini de katarak, çocuklarını kurtarmaya çalışması gerekmez mi? Bu hiç kuşkusuz, başta ekonomik, sosyal, politik  güçle ve belki ondan da önemlisi, sevgiyle sevgi ile üstesinden gelinmesi gereken bir sorundur.         

Çocuğu anlamak tanımak bu çabaların en önemli parçası en saygı değeridir. Çocuk nedir? Yetişkin küçük bir modelimidir? Çocuk, doğuştan suça eğilimli olabilirimi? Bedensel, katılımsal özelliklerin suçlulukta payı nedir? Yoksa, yetişkinlerin hataları,onların acımasız,sevgisiz dünyası mı çocukları suça itmektedir? Tüm bunlar açıklığa kavuşturulmalıdır ki,”çocuk ve suç” gibi çelişki çözümlenebilsin... insanlığın bu büyük ayıbının, çocuklarını suçluluktan koruyamamanın bir yazgı olmadığı kabul edilebilsin...

Günümüzde çocuk suçluluğu bütün dünyada günler bir sorun olarak dikkat çekmektedir. Her anne-baba çocuğunun kendinden daha başarılı, topluma yararlı, çevresi ile uyum içerisinde bir kişi olarak yetişmesini arzularken bir çok çocuk tam aksine çevresi ile uyumsuzluğa düşmekte, suç türü davranışlara göstererek hem kendisine hem de topluma zararlı bir kişilik geliştirebilmektedir. Ayrıca diğer önemli bir nokta da, çocuklukta kazanılan bu olumsuz özelliklerin üzeride durulmadığı ve ilmin yerlerine uygun gerekli tedbirler alınmadığı taktirde, ileri ki yaşlarda da devam edecek olmasıdır. Çünkü yapılan araştırmalar, yetişkinlik döneminde suç işleyenlerin büyük bir bölümünün çocukluk dönemlerinde de suç işlemiş olduklarını göstermektedir. O halde suça yönelme ve suç işleme eğiliminin daha çocukluk döneminde önlenmesi ve çocuğun iyi özelliklerle donatılması, yetişkinlik dönemindeki suçluluk probleminin de büyük oranda çözülmesi demek olacaktır. Aksi taktirde çocukta yer edecek bir suçluluk alışkanlığının ileri ki yaşlarda sökülüp çocukluk çağından başlamak ve konunun üzerinde titizlikle durmak gerekir.

Yaşadığımız dünyada çocuğa yönelik ilgiler gün geçtikçe çoğalıyor. Çocuk kültürü sesli, görüntülü ve basılı yayınlar aracılığıyla engel tanımadan sınırları aşıyor ve ortak bir kültüre dönüşüyor. Bu kültür günümüzde dünyayı çepeçevre kuşatmış durumda. Çocuk konusu ülkemizde uzun bir zaman diliminde gündemsiz tartışılıyor. Çocuğa yönelik belirsizliklerden dolayı çıkış yollarına ulaşmada öncelikler sıralaması da yapılanıyor. Çocuk merkezli çalışmalarda, sosyal bilim dallarının birbirini bütünleyen çerçevelerini bir araya getirmeden sonuca ulaşmak mümkün görünmüyor. Oysa bir anne çocukla ilgili her türlü bilgiyi yeniden keşfederek, bu bilginin sentezine ulaşmamız gerekiyor. Çocuğa ait bilginin günümüz insanına sunulmasındaki amaç, bu konunun güncelleştirilmesi olmalıdır. Dün, bugün ve gelecek arasında geleneğin yaşayan yönü, günümüzde aldığı biçim, çocuk odağında yorumlanmalıdır. Sözlü kültürümüzün yaşayan, yazıya yansımayan yönü yeni kuşakların eğitiminde, kültürel sembollerimizin sunulmasında zengin bir kaynak durumunda olduğu unutulmamalıdır.

Çocuklar, her dakikasında dört ciddi suç işlenen bir dünyaya gözlerini açıyorlar. İstatistik verileri, kayıtlara geçmeyen “gizli suç” lar ve halka halka yayılan anti-sosyal davranışlar ortamıyla da genişletince; ortaya çıkan toplumsal panoramayı göz önüne getirmek zor olmayacaktır. Buna hemen eklememiz gereken, çocuğun, aslında gelişiminin ilk evrelerinde yaşamını çoğunlukla anti-sosyal nitelikte dürtülerle yönlendiren ve böylelikle doyum sağlayan bir varlık olduğudur. Küçük yaşlarda tüm çocuklar ufak tefek suçlar işlerler. Hatta bazı uzmanlara göre, “her çocuk kendisini yenebilecek suçluluk dürtülerine sahiptir; aslında suçluluk kategorisine girdiği halde, önemsiz sayılan küçük suçları işlemeyen yasak meyveyi çalmamış kaç kişi yaşamıştır ki şu dünyada? Ancak bu, çocukların gelecekte de suç işleyecekleri anlamına gelmez. Gelişim süreci içinde çocukların büyük bir bölümü toplumsallaşmada ve çevreye uyumda denge sağlayacaklardır.

Çocuklar, hangi kurallara neden uyulacağını yeterince algılayamazlar, çünkü henüz a-sosyaldirler, toplumsallaşma süreci tamamlanmamıştır. Çoğunlukla yetişkinler, onlara uyulacak kuralları nedenleriyle anlatmazlar. Aslında kurallar da onların doğal dürtüleriyle çelişmektedir.

Çocuk ne doğuştan kötü, ne de doğuştan iyi varlıktır. O, her canlı gibi değişen, çevresiyle etkileşen ve gelişen bir bireydir. İyiye de kötüye de açıktır. Sonucu belirleyen kuşkusuz eğitim ve yaşantılardır.

Çocuğun gelişmesi devamlılık içeren, dinamik bir süreçtir. Bu süreçte kişinin kendisinden kaynaklanan yetersizliği ile çevrenin içerdiği zorluk sayısız nitelikte kombinasyonlar sonucu çocuğu suçlu davranışta bulunmaya yöneltebilir.

Suçlulukta Kalıtsal, Bedensel Ve Zihinsel Etkenler :

Suçluluk olgusunu araştıran uzmanlar duygusal, toplumsal ve yakın çevre etkenlerinin yanı sıra kalıtsal etkenlerin, biyolojik ve fizyolojik nedenlere de ağırlık vermişlerdir.

Çocuk suçluluğunda kalıtımla gelen biyolojik etkenlerin egemen olduğunu ileri süren Lombrosa, ilk kez “doğuştan suçluluk” kavramını ortaya atmıştır. Buna göre “suçlu” ana, babası, yakın akrabası yada çok uzak olan ilk dedelerinden geçen kalıtımla topluma ahlak duygularından yoksun olarak gönderilen bireydir.

Burt suçlu ailelerle yaptığı çalışmalarında (her çocuğun ailesinde kalıtım özelliği gösteren, aynı zamanda) suçluluğa yönelten bir etken olarak karakteristik özellikleri incelenmiş ve bunlar dört grupta toplanmıştır.

  1. Fizyolojik koşullar genel olarak epilepsi (sara) tüberküloz, romatizma, hipertiroid gibi vakalarda doğan birçok hastalık türünü kapsar. Bu koşullarla suçluluk arasında ilişki arandığında 100 suçlu akraba arasında 53 gibi yüksek bir oran bulunmuştur.
  2. Zihinsel koşullar zihinsel yetersizlik ya da doğuştan zeka geriliği gibi kalıtsal bit nedene bağlı olarak görülen durumları kapsar. 100 ailenin 35’inde rastlanan zihinsel yetersizliğin fizyolojik koşullara oranla daha küçük bir etki alanına sahip olduğu dikkatimizi çeker.
  3. Bu grupta belirli bilinçsizlik halleri mizaca ilişkin eksiklikler nürotik ve psikolojik belirtileri kapsayan duygusal karışıklıklar yer alır. Bu koşulların suçlulukla ilişkisi diğer etkenlere ( %42 ) daha yüksek bulunmuştur.
  4. İntihar, alkolizm, cinsel düzensizlikle, zor kullanma, zalimce davranışların yer aldığı ahlaka ilişkin bozuklukları kapsayan son grupsa en yüksek oranı oluşturur. 100 ailede 146 suçluluk vakasına rastlanıldığı saptanmıştır.

      Ancak şu da var ki kalıtsal etmenlerin hepsi suçluluk niteliğine sahip değildir. Bütün bunların dışında çocuğun eğitiminin ahlakça zayıf yada zihince geri ana, babanın evdeki kötü yönetiminin etkisi olduğu kadar kendisine kalıtım yoluyla geçen zihni ve ahlaki geriliğinde etkisi olmaktadır. Sonuç olarak suçluluk kendi başına kalıtım yoluyla geçmemektedir. Suçlunun kalıtsal yapısı kendi başına en fazla dolaylı etkisi olan bir etken olabilir. ( zeka, mizaç, kalıtımla geçer, bunlar davranışlarda etkilidir.)

FİZYOLOJİK, BİYOLOJİK ETMENLER

BEDEN YAPISI VE SUÇLULUK

Bazı araştırmacılar beden yapısıyla suç arasında bir ilişki kurmuşlardır. Bireyleri beden yapısıyla, görünüş biçimlerine göre gruplandıran araştırmacılar, belli beden yapısına sahip kişilerin, belli suçlara karşı eğilimli olduğunu sürmüşlerdir.

Ernest Kretschmer insanları beden yapıları bakımından 3 esas tipe ayırmıştır. 

  1. Atletik tipler, uzun boylu, geniş omuzlu, adaleli vücut; bunların zor ve şiddetle ilgili suçları işlediklerini ileri sürmüştür.
  2. Astenik tipler, uzun boy, dar omuz, adalesiz vücut; bu grup ufak hırsızlık ve hilekarlık suçları işlediği varsayılmış.
  3. Piknik tipler; orta boy, dar omuz, tombul tipler, hileli suçlara eğilimli oldukları ileri sürülmüş.

Beden yapısıyla suçluluk arasında ilişki kurarken sosyo-kültürel faktörler dikkate almadan suçluyu sadece beden yapısına göre değerlendirmek uygun değildir. Sadece beden yapısı bireyi suç işlemeye itmektedir. Bu yüzden beden yapısıyla suçluluk arasında doğrudan doğruya bir ilişki olduğu söylenemez.

ZEKA GERİLİĞİ VE SUÇLULUK

Zekanın “zorlukları görme ve çözme hayatın yeni şartlarına uyabilme kabiliyeti” oluşu ve suçluların da sosyal hayata uyum güçlüğü çeken kimseler olduklarından yola çıkıp suçluluğu zeka geriliğine bağlayan görüşler olmuştur. Bu görüşler 20.yy’ın başlarında zeka testlerinin yaygınlaşmasıyla başlamıştır. Zeka testleri geliştirildikten sonra yapılan çalışmaları çeşitli suçlu kategorilerine ait zeka derecelerinin değişik olduğunu, sahtekarlık gibi hileli suçların faillerinde zeka derecesi yüksek, cinayet suçu işleyenlerde genellikle düşük bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Düşük zeka düzeyinin suçluluğun oluşumundaki kısmi rolünün varlığını kabul ederler.

İÇ SALGI BEZLERİ VE SUÇLULUK

İç salgı bezlerindeki hormon bozukluğu, salgıların azlığı yada çokluğu vücutta normal dışı gelişimlere neden olabilmektedir. Örneğin; tiroid bezinin az salgı yapması zeka geriliğine fazla hormon salgılaması ise çabuk hiddetlenme, sinirlilik ve sıkıntı hallerine neden olmaktadır. Bu dengesizliklerin doğurduğu bozuklukların, çocukların davranışları üzerinde olumsuz etkilerinin olacağı şüphesizdir. Bunlar suç işlemeyi kolaylaştırıcı özellikler olarak değerlendirilebilir.

ÇOCUĞUN DUYGUSAL VE TOPLUMSAL GELİŞİM EVRELERİYLE SUÇLULUK İLİŞKİSİ

İnsan doğumundan ölümüne kadar gelişimini belirli dönemler içinde sürdürür. Çocukluk, ergenlik, erişkinlik ve yaşlılık olarak bilinen bu dönemler bir birinden kesin sınırlarla ayrılmıştır. Her dönem kendine özgü ve belirli bedensel, duygusal ve toplumsal özellikler taşır. Peki bebeklik dönemindeki anne çocuk ilişkisinin şekli ileri ki yaşlarda suça yöneltici etkide bulunabilir mi? Yapılan gözlem ve araştırmalar ilk yıl içerisinde anne ile çocuk arasındaki duygusal ilişkinin ve bu ilişkide temel faktör olan sevginin çok önemli olduğunu. Bu durum çocukta güvensizlik duygusunun oluşmasına ve ileri ki yaşlarda saldırgan ve uyumsuz davranışların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. İlk 18 aylık dönemde bebeğin temel bağımlılık gereksinimleri olur, bu gereksinimler yeterice karşılanmamışsa çocukluk dönemi kavgacı, sinirli, uyumsuz, bir şekilde geçer.

Anne yoksunluğunda neler oluyor

Anne çocuk için her şey dir. Bebek ancak annesiyle güven bulur. Annenin sıcak ilgisi ve bakımı olmadan bedensel ve ruhsal gelişimini tam yapamaz. Bundan daha önemlisi ortaya çıkan ruhsal durumdur. Bu çocuklar çevrelerine karşı ilgisiz kalmakta boş ve donuk bakışlarla bakmakta. Uyarımlara geç cevap vermekte, az gülümsemekte ve az ağlamaktadırlar. Anne yokluğu durumunda çocuk her yönden eksik olmaktadır. Suçlularla ilgili yapılan araştırmalar, bu kişilerin anne yada baba yokluğuna daha çok maruz kaldıkları sonucunu ortaya çıkarmıştır. Anne yoksunluğu çocuk suçluluğunu oluşturan anti-sosyal davranışlara neden olur.

 Olgunluğa ermesiyle duyguları bir birine karışır, taşkın hareketler ve dengesizlikler gösterir. Yetiştiricilerin kendisini anlamayacağını düşünerek onlardan uzaklaşır, çevresine karşı olumsuz bir tutum içine girer. Aile etkisinin, dini ve ahlaki değerlerin yerini akranların etki ve değerleri almaya başlar. Dışa dönük tiplerde saldırgan, kavgacı, davranış örnekleri görülür. Ergenlik döneminde işlenen suçların oranı oldukça yüksektir. Buda ergenlik döneminin özellik ve sorunlarının çocuğun suç işlemesini kolaylaştırıcı bir etken olduğunu göstermektedir. Özellikle bu dönemde birey özdeşleşme dediğimiz bireyin kendini bir başkasına benzeterek örnek olması, onun özelliklerine sahip olmaya çalışması sırasında uygun olmayan kişileri model alırsa suça yönelmesi kuvvetle muhtemeldir.

AİLE VE OKUL

Ailenin çocuk üzerindeki etkisi çoğu kez doğumdan önce başlar. Ailenin o çocuğa karşı istekli yada isteksiz oluşu, gerek ruhsal, kültürel gerekse toplumsal- ekonomik yönden bu çocuğun gelişimine hazır olup olmadığı ve çocuktan beklentileri o çocuğun yaşantısını ilk izlenimini ve çevresi ile duygusal iletişimini önemli ölçüde etkilemektedir. Aile üyeleriyle olan ilişkileri çocuğu diğer bireylere, nesnelere ve tüm yaşama olan tutumlarının temelini oluşturur.

ÇOCUK AYRIMI

Her anne, babanın bilerek yada bilmeyerek çocuklarına karşı tutumu değişik olabilmektedir. Bazı çocuklar daha çok sevilmekte, bazılarına baskı yapılmakta, bazıları istenmeyen çocuk olarak kabul edilmekte, bazılarına ise daha çok hoşgörü gösterilmektedir. Tüm bu tutumlar çocuğun hem kişiliğini, hem de sosyal gelişiminin değişik biçimler kazanmasına neden olmaktadır. Anne, babanın sıcaklıktan yoksun yaklaşımları, çocuğu bir yük olarak görmeleri, çocuğun yanlarına sokulmasına izin vermemeleri, kucaklarına alıp sevmemeleri, yetersiz sevgi belirtileridir. Çocuğu hırpalama, dövme, çocuğa kötü sözler söyleme, çocukta aşağılık duygusunun uyanmasına neden olur. Kendine güveni olmaz, başkalarının yönlendirmesiyle hareket eder. Arkadaşlarının ve çevresinde kişilerin sevgisini kazanabilmek için çocuk suç da olsa her davranışı yapmaya hazır olur. İçe dönük yada saldırganlık gibi olumsuz davranışlar gösterir. Yine ailede anne, babanın çocukları arasında ayrım yapması çocukta düşmanlık ve hayata küskünlük duyguları geliştirir. Saldırgan ve kavgacı olur. Ana-babaya isyan eder. Bu çocukların evden kaçma ve suç işleme ihtimalleri çok yüksektir.

Peki ailede çocuk sayısının azlığı veya çokluğu da yönelmede önemli bir etken midir? Çocuk sayısının fazla, aile gelirinin az olması, çocuğun zamansız olarak aile dışına itilmesine, üzerindeki kontrolün zayıflamasına ve disiplinsiz davranışlarda bulunmasına yol açabilmektedir. Yine dar meskenlerde oturan fazla çocuklu ailelerde, çocuklar uygun bir çalışma ortamı bulamadıklarından istenilen başarıyı elde edememekte, okuldaki başarısızlık onları sokak hayatına ve suçluluğa kadar götürebilmektedir. Ayrıca ailede çocuk sayısı arttıkça anne-baba çocuklarıyla yeterince ilgilenememekte, çocuklara karşı ya aşırı baskı, korkutma, tehdit ve yasaklamalar yapılmakta ya da aşırı serbestlik olmakta uygun bir eğitim verme imkanı zorlaşmaktadır. Peki suçlu çocuk hep mi kalabalık ailelerden çıkar?

Tek çocuklu ailelerde çocuk sevgisinin bir kişide toplanması, olumsuz davranışların hoşgörüyle karşılanması, aşırı serbestliğin tanınması çocuğun şımarmasına, kontrollü davranışlarda bulunmamasına, irade zayıflığına yol açmakta ve onu  suça itebilmektedir. Yine de anne-baba eğitimliyse çocuğa yaklaşımı hoşgörülü ve demokratikse çocuk sayısının azlığı veya çokluğunun doğrudan doğruya suça bir etkisinin olduğunu söylemek mümkün değildir.

Aile içinde anne-baba arasındaki geçimsizlik, tartışma ve kavgaların  da çocuk üzerindeki etkisi çoktur. Bu çocuklar zamanla problemli ve suçlu çocuk durumuna düşerler. Çünkü geçimsiz ailede çocuk kendini emniyette hissetmez, korku ve endişe içinde olur.

Boşanmanın suç işleme yönünde çocuk üzerindeki etkilerine baktığımızda ortaya çıkan uyumsuzluk belirtilerinin çocuğun yaşına, boşanma öncesi ve sonrasında anne babayla ilişkilerinin şekline göre değişiklikler gösterdiğini görüyoruz.

Çocukta daha çok endişe ve tedirginlik, huysuzluk, hırçınlık ve saldırgan davranışlar görülür. Gittikçe içine kapanır, hassaslaşır. Suçlu çocuklar üzerinde yapılan araştırmalarda bu çocukların %20’sinin boşanmış aile çocukları olduğu görülmüştür.

Ailenin sosyo-ekonomik durumu da suç işleme oranında etkilidir. Ancak bu dolaylı bir etkidir. Şöyle ki fakir bir aile çocuğunun zengin çocuklarda gördüğü eşya ve imkanlara sahip olma isteği ile, iyi eğitim görmeme, manevi bağların zayıf olması ve ana-baba sevgisinin yetersiz olması gibi faktörlerin birleşmesi çocukları suça yöneltmektedir. Diğer taraftan maddi ihtiyaçların endişesinden kurtulmuş ve kendilerine bir amaç bir ideal verilmemiş çocukların özellikle uyuşturucuya yöneldikleri, dikkat çekebilmek için çeteler kurarak suç işledikleri görülmektedir.

 

OKUL VE SUÇLULUK

Eğitim ve öğretim süreci insanın başarılı bir toplumsallaşmaya ulaştırma sürecidir. İnsancıl, bireyi geliştiren, yaşama hazırlayan eğitimin etkinliğine karşın eksik, yetersiz, yanlış, yanlış eğitim birçok sorunun kaynağı olabilmektedir. Bazı hallerde okul, çocukların gelişme ve uyum güçlüklerini çözmeye yardım edecek yerde, güçlüğü artırıcı etkiler eklemektedir. Bunun sonucunda okuldan kaçma, hırsızlık vb. sorun ve suçlar ortaya çıkmaktadır. Yapılan araştırmalarda suçlu çocukların büyük bir bölümünün okul başarısızlığı görülmüş, gerek sınıfta kalma, gerekse okulda ceza alma, okulu ve öğretmeni sevmeme oranları yüksek bulunmuştur.

EKONOMİK, TOPLUMSAL VE KÜLTÜREL ETKENLER

Yoksulluk ve suç; yoksulluk suç üzerinde dolaylı ve doğrudan etkili olmaktadır. Ekonomik koşullar ailenin parçalanmasına ve ahlaki değerlerin yitirilmesine neden olmaktadır. Düşük ekonomik düzey çocuğu suça yönelten tek neden olmasa da suça elverişli ortamı, dolaylı ya da doğrudan nedenleri hazırladığı bilinmektedir. Küçük, sağlıksız konut koşulları, kalabalık ev halkı, cehalet, düşük sosyal statü gibi etkenler suça elverişli koşulları oluşturmaktadır.

NÜFUS HAREKETLERİ, İÇ GÖÇLER

Demografik etkenlerin ekonomik ve kültürel sorunlarla iç içe bulunması suç olgusunu ortaya çıkarmakta ve suçluluğun artışına neden olmaktadır. Araştırmalar göstermiştir ki çocuğun dışardan göç edenlere karşı kentlilerin önyargıları yüzünden de soyutlanması, yeni bir sosyo-ekonomik ve kültürel sisteme uyum gösterememesi suç işlemeye yönelmesini kolaylaştırmaktadır. Çocuk çoğunlukla bir başkaldırma ve çevreye karşı çıkma girişimi gösteriri. Bu kültür çatışması içerisinde genç kentli yaşıtlarını takip etmek isterken suça yönelir.

KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI

Denetime tabi tutulmamış ve özellikle ticari amaç güden bazı eğlence araçlarının çocuklar üzerinde tahrip edici etkiler gösterdiği ve suçu artırdığı kabul edilmektedir.

Gazete ve dergilerin suçluluğu yaygınlaştırmak konusundaki etkileri şöyle özetlenebilir. Suç tekniğini öğretmek, suçu olağan, çekici hatta heyecanlı, yararlı bir faaliyet olarak göstermek, suçluya saygın bir kişilik vermek, suçluyu cana yakın, sempatik bir kişi olarak sunmak, adaletten kurtulmanın kolay olduğunu telkin etmek adalet mekanizmasını ve polisi gülünç şekillerde göstermek...

İlk çocukluk dönemlerinden itibaren çocuklar kendilerine model olarak seçtikleri, televizyondaki dizi kahramanlarının özelliklerini günlük yaşamlarına ve oyunlarına yansıtmaya başlarlar. Televizyon dizi kahramanı, çeşitli davranış ve hareketleriyle, çocuktaki saldırganlık dürtülerini harekete geçirebilir ve onu saldırgan yapabilir. Çünkü çocukta dürtülerini denetleme yeteneği çok zayıftır.

Kitleler ve dolayısıyla çocuklar üzerinde etkili olan araçlardan biride sinemadır. Sinemada gösterilen cinayet, macera ve özellikle seks filmleriyle kötü yönde tahrik edilmelerine ve suça itilmelerine neden olabilir. Özellikle cinsel suçlarda bu tahriklerin rolü olduğu bir gerçektir.

Ayrıca çocuk, filmlerde gördüğü paralı, eğlenceli lüks hayata özenerek şöhret tutkusu içine girebilir ve bu yolda suça yönelebilir.

MADDE KULLANIMI VE SUÇ

Alkolün etkisi çocuklarda ve gençlerde daha fazla olur. Alkol alındığında çocukta ceza korkusu azalır, cesareti artar, kendini kontrol edemez ve saldırgan davranışlar içerisine girer. Bu durumdaki kişide sosyal ve ahlaki kontrol tamimiyle ortadan kalktığından ve sadece içgüdüleri hakim duruma geçtiğinden ahlaken en ağır olan suçları işleyebilmektedir. Bu suçlar çoğu zaman yaralama, cinayet, sarkıntılık vb. dir.

UYUŞTURUCU MADDE

Uyuşturucu maddelere bağımlı hale gelmiş olan çocuklar bu maddeleri elde etmek yada gerekli parayı temin etmek için adam öldürme dahil her türlü şiddete başvurmakta ve çeşitli suçlar işlemektedir. Bu suçlar hırsızlık, gasp, adam öldürme, yaralama ve fuhuştur. Ayrıca uyuşturucu madde kullanan çocuklar bu maddeyi kullandıktan sonrada suç işleyebilecek duruma gelmektedir. Saldırma, adam öldürme, ırza tecavüz gibi.

Eğer çocuğun arkadaş grubu bozuk, olumsuz, ahlak dışı ve suç niteliğinde davranışlar gösteren kişilerden oluşmuş ise çocuk da zamanla değişir ve onların değerlerini benimseyerek aynı davranışları yapmaya başlar. Özellikle arkadaş çevresinin etkisinde kalarak suç işleyenlerin oranının, uyuşturucu kullananlardan ve fiili livata suçu işleyenlerde %100, ırza geçme suçu işleyenlerde % 66.6, hırsızlık suçu işleyenlerde % 44, gasp suçu işleyenlerde % 39 gibi yüksek rakamlarda olduğu görülmüştür. 

 

ÜLKEMİZDE ÇOCUK SUÇLULUĞU

         Ülkemizde suç işleyen çocukların sayısı:

         Ülkemizde suç işleyen çocukların gerçek sayısını bulmak zordur. Bu konudaki istatistiklerde yeterli değildir. Çünkü mahkemelere intikal etmiş çocuk suçlarında, eğer çocuk ceza sorumluğu dışında ise, yani 11 yaşını bitirmemiş, ya da 15 yaşını doldurmamış ve temyiz kudreti bulunmuyorsa, hakim çocuğun kişiliğine en uygun tedbirlerin uygulanmasına karar verir, ceza vermez. Bu yüzden haklarında tedbir uygulanan suçlu çocukların sayısı istatistiklerde yer almaz. Ayrıca karakol ve mahkemelere intikal ettirilmeyen çocuk suçlarının sayısının az olmadığı bir gerçektir.

         Devlet İstatistik Enstitüsünce hazırlanan Adalet İstatistiklerine göre ülkemizde cezaevine giren 11-17 yaş arasındaki suçlu çocukların 1997-1999 yılları arasındaki dağılımı şöyledir.

         Görüldüğü gibi açılan davalardaki sanık çocuk sayısında hem erkekte, hem de kadında artış gözlenmektedir. Toplamda ise 20.000 gibi büyük bir rakam artmıştır.

         Cezaevine giren hükümlü çocuk sayısına baktığımızda ise hem erkekte hem kadında hem de toplamda bir düşüş gözlenmektedir.

                                

                              ÜLKEMİZDE EN ÇOK İŞLENE ÇOCUK SUÇU TÜRLERİ

         1-Şahsa Karşı İşlenen Suçlar :

         Ülkemizde bu suçtan hüküm giyenlerin suç işleme nedenleri araştırıldığında, kan davası, hayvan ve arazi anlaşmazlığı, namus temizleme gibi sosyal içerikli sorunların önde geldiği görülür.

         Ülkemizin Karadeniz, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kan davası nedeniyle işlenen suçların çoğunlukta olduğu görülür.

         Kan gütme suçlarının büyük bir bölümü, yaş küçüklüğünün cezai sorumluluk üzerindeki etkisi dolayısıyla, 18 yaşına gelmemiş silah kullanabilen çocuklara işletilmektedir. Aile üyelerinden birisi öldürüldüğünde erkek çocuk küçük yaştan itibaren aile içinde sürekli telkinlere maruz kalır.

         Kan davasından dolayı işlene suçlar arasında, toprak ve sınır anlaşmazlıkları şeklinde ekonomik kaynaklı nedenler olduğu gibi, namus ve şeref anlayışı gibi toplumsal nedenlerde büyük ölçüde rol oynar.

         2-Cinsel Suçlar :

         Cinsel suçu, aynı cinse ya da karşı cinse karşı işlenen suçlar oluşturmaktadır.

         Cinsel suçlar arasında kız kaçırma, ırza geçme, fiililivata gibi suçlar girmektedir.

         Kız kaçırma, ırza geçme gibi suçları işleyen gençlerin cinsel arzularını tatminden çok, evlenme amacıyla giriştikleri dikkatimizi çekmiştir.

         Kız kaçırma nedenlerinin başında ekonomik koşullar gelir. Erkeğin yoksul olmasına karşın, kendisinden başlık, hediye istenmesi kadını zorla ya da rızasıyla kaçırmasının başlıca nedenidir.

         Kız kaçırmalar, ülkemizde genellikle evlenmek niyetiyle olur. Fakat Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kız kaçırmalar düşmanlık niyeti ile de olur.

         3-Mala Karşı İşlenen Suçlar:

         Hırsızlık yapan bir çocuk, yiyecek ya da para çalarken, yalnızca fizyolojik gereksinmelerini gidermek üzere çalmamakta, sevgi ve sevecenlik eksikliğini gidermek için bu yola başvururlar.

         Ülkemizde mala karşı işlenen suçların temelinde yoksulluk ve buna bağlı olan fizyolojik gereksinme önemli rol oynar.

         Mala karşı işlenen suçların en önemli özelliklerinden biri, bu suç türünün kalabalık nüfuslu büyük kent merkezlerinde daha fazla işlenmesidir. Yapılan araştırmalara göre mala karşı suç işleyen gençlerin bu suçları gerçekleştirmek üzere İstanbul, İzmir, adana gibi büyük kentlerin pazar yerlerini ve miting alanlarını seçtikleri saptanmıştır.

 

ÜLKEMİZDE DAHA ÇOK HANGİ ALANLARDA SUÇ İŞLENİYOR

         1997-1999 yılları arasında çocukların işledikleri suçlar karşılaştırıldığında en çok suç %39,4 887939 oranıyla hırsızlık, bu gruba meskenden, otodan, yankesicilik ve oto hırsızlığı girmekte, daha sonra hırsızlığı %26,8 85968) ile messif fiil izlemektedir.

 

ÜLKEMİZDE SUÇ İŞLEYEN ÇOCUKLARIN YAŞ GRUPLARINA GÖRE DAĞILIMI

         Görüldüğü gibi en yoğun yaş 15-18 yaş 8554,4) tır. Bunu %19,4 ile 11-14 yaş, %18,5 ile 18 yaş, %1,9 ile 4-10 yaş izlemektedir. Yaşları bilinmeyenler ise %5,8 oranındadır.

         Ayrıca suçlu çocukların suçu işledikleri sıradaki meslekleri yönünden yapılan bir araştırmaya göre tarım işlerinde çalışanlar ilk sırayı almaktadır. Bunu işsiz çocuklar ve öğrenciler takip etmektedir.

         Öğrenim yönünden suçlu çocuklara baktığımızda ise ilk sıraları ilkokul mezunları, okuryazar olmayanlar, ilkokulu terk edenler ile fakülte ve yüksekokul öğrencilerinde ise bu sayı çok çok azdır. Bu araştırmadan da eğitim seviyesi düştükçe suç işleme oranının arttığını görmekteyiz.

 

SOKAK ÇOCUKLARI VE SUÇ

         Sokak çocuğu uzun ya da kısa sürelide olsa ailesinden kopuk ve koruma desteğinden yoksun, her türlü tehlike ve sorunlara açık olarak yaşamını sokaklarda sürdüren çocuktur.

HANGİ ÇOCUKLAR SOKAK ÇOCUĞU OLABİLİR

  • Ailesi olmayan çocuklar.
  • Ailesi olup, ailesi tarafından istismar edilen çocuklar.
  • Ekonomik sıkıntı çeken ailelerin çocukları.
  • Ailesinde geçici veya uzun süreli krizler bulunan ailelerin çocukları.
  • Sosyal problemli ailelerin çocukları.
  • Alkol, uyuşturucu vb. zararlı alışkanlıkları olan ailelerin çocukları.

ÜLKEMİZDE SOKAK ÇOCUKLARI VE SUÇ

         Sokağa düşen çocukların bir bölümü tiner veya uyuşturucu bağımlısı olarak kaybolup gitmekte, suç örgütlerine üye olmakta, ilerleyen yaşlarda mafya tetikçisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kızların bir bölümü ise yaşları ilerledikçe hırsızlık yapan suç örgütlerine ve fuhuş mafyalarına karışarak suç işlemektedirler. Ayrıca sokak çocuklarının tamamına yakını açlık sınırı altında yaşamaktadır. Sokaklarda yaşayabilmek, sokaklardaki tehlikelerden, fiziksel ve cinsel istismardan korunabilmek için hırsızlık, gasp, silahla adam öldürme, yaralama gibi suçlar işlemektedir. 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Bırakın