YALAN SÖYLEMEYİ NASIL ÖĞRENİYORUZ?

Yalanın da aynen doğru gibi patolojik ve normal fonksiyonları vardır. Bir çocuk belirli bir bilişsel düzeyin olgunluğuna ulaşmadan ne yalan söyleyebilir, ne de doğruyu. Bir dereceye kadar doğruluğun doğruluğu sorgulanmalıdır. İç dünyayı dış dünyadan ayrımlaştırabilmek için sorgulama konusunda kişinin kendisini geliştirmesi esastır. Yalan aynı zamanda kandırma kavramının farkındalığını da gerektirir. Aksi taktirde bir insan başka bir insanı gerçek dışı bir şeye nasıl inandırabilir.

YALANIN GELİŞİM SÜREÇLERİ

Her biri diğeriyle iç içe olmasına rağmen yalan söylemenin gelişim süreci üç aşama halinde incelenir.

1) Çocukluğun ilk yılları 2-6

2) Ergenlik 6-12

3) Yaşlılık12-18 yaşlar arası

Hangi gelişim süreci olursa olsun çevre faktörü dikkate alınmalıdır.

Çocukluğun ilk yılları: Çocukların kaç yaşında yalan söylemeye başladıkları bir tartışma konusudur. Bir çocuğun tam anlamıyla yalan söyleyebilmesi için diğer insanların düşüncelerinden haberdar olması gerekir. Bazı araştırmacıların belirttiğine göre çocuklar 3,5 yaşına kadar karşıdaki kişilerin fikirlerinden habersizdir. Araştırmacılar çocukların gelişimlerinin ilk yıllarında kandırma ile ilgili davranışları toplumsal yaşamda büyükleri memnun etmek ya da cezadan kaçmak için önceden öğrendikleri tepkileri sergileyerek geliştirdiklerini belirtirler.

Woolf çocukların dört yaşından önce yalan söyleyemeyeceklerini çünkü gerçeğin bile farkında olmadıklarını ifade eder. Woolf’un yalanın başlangıcı olarak belirlediği yaş birçok araştırmacı tarafından çürütülmüştür. Yapılan bir araştırmada ağabeyi ortalıkta yokken döktüğü sütün suçunu ona atan iki yaşındaki bir erkek çocuğu ve kendi kendini dövüp başka bir çocuğun bunu yaptığını belirten 2,5 yaşındaki bir kız çocuğu örnekleri verilmiştir.

Yalan fantezileri üretmek olgunlaşmamış anlayışsız ebeveynler tarafından stresli ortamlarda yetiştirilen çocukların gösterdiği bir özelliktir. Yalan fantezileri üreten bir çocuk dileklerinin gerçek olmasını diliyor demektir. 

Ergenlik: Ergenlik öncesi dönem çocukların nasıl iletişim kuracaklarını, neyi dışarı vereceklerini, neyi içerde tutacaklarını ve nasıl kandırıp yalan söyleyeceklerini öğrendikleri dönem olur. Çocukluğun ilk yıllarında doğrunun tüm çıplaklığıyla söylenmesi hoş görülse de ergenlik çağına gelen çocuklara bunun tam tersi öğretilir. Ergenlik çağındaki bireylere insanları üzecek gerçekleri söylememeleri öğretilir. Cinsellik, para, uyuşturucu ve alkol ile ilgili aile sorunları sır olarak saklanır. Çok gizli sırları olan aileler dışarıya sır vermemek için aşırı gayret sarf ederler. Sonuçta ergenlik çağındaki çocuklar yavaş yavaş hile ve yalan içerecek şekilde bilgi, fikir, duygu ve düşüncelerini toplumdan saklamaya ve yerine göre göstermeyi öğrenmeye başlarlar. Bu bir dereceye kadar her ailede öğretilir.

Genç Yetişkinlik: Genç yetişkinlerin maruz kaldıkları psikolojik baskılar sevgiliden ayrılma cinsel dürtüler gibi yalanın bir hastalık belirtisi olarak ortaya çıkmasına kadar gidebilir. Özerk bir birey olmaya çalışan genç yetişkin anne-babasından bağımsız kararlar almaya çalışırken yalana sığınabilir ya da anne babasına karşıt tepki geliştirerek patolojik bir boyutta doğrucu olup çıkabilir. Bu durum iç hesaplaşmalar yaşayan genç yetişkinin vicdanını rahat hissetmesini sağlayabilir.

YALANIN GERÇEKLİĞİ VE SOSYAL ÇEVRE

Çocukların söyledikleri yalanlar ve geliştirdikleri fantezilere karşı ebeveynler ve diğer insanların gösterdikleri tepkiler kadar önemli diğer bir husus ise çocukların başkaları tarafından yalan söylemek zorunda bırakılma durumudur. Çocuklara verilen her söz yerine getiriliyor mu? Ebeveynler çocuklarına yalan söylüyorlar mı? Esasında hiçbir aile dürüst olmaz. Fakat aileler arasındaki dürüstlük derecesi gözle görülür derecede farklılıklar gösterebilir.

YALAN DÜRTÜSÜNÜ ETKİLEYEN FAKTÖRLER

A) Cezadan Kaçmayı Sağlayan Yalanlar

Cezadan kaçmayı sağlayan yalanlar çocukluğun ilk yıllarında söylenen yalan çeşitlerinden biridir. Örneğin: Vallahi o camı ben kırmadım, Vallahi arkadaşıma ben vurmadım vb. bu sebepten dolayı yalan söylemek yetişkinlik çağında da olsa ortaya çıkabilir. Trafik cezasına çarptırılacak bireyin alkollü olduğu halde bunu inkâr etmesi.

B) Özerklik Duygusunu Sağlamaya Yarayan Yalanlar

Yalanla özdeşleştirilen en önemli gelişim davranışı bireyselleşmedir. Çocuklar ebeveynlerini kandırma becerilerini geliştirerek onların düşüncelerini kontrol edemeyeceklerini öğrenirler. Daha ileri ki yaşlarda başkaları tarafından kontrol edilmeyi engellemek ve bağımsız bir birey olabilmek için gayret sarf edilir.

C) Saldırganlık Sergileyen Yalanlar

Toplumumuzda en öfke yaratan duygulardan biri kendine yalan söylendiğini fark etmesidir. Bu insanda aptal yerine konma, aldatılma ve kandırılma duygularını yaratır. Yalanlar sözel saldırganlık olarak algılanır.

D) Güçlü Olmayı Sağlayan Yalanlar

Bu olgu uluslararası politikalarda göze çarpar; devletler, silah, sanayi, ekonomi ve endüstri ile ilgili araştırmaları büyük bir gizlilik içinde yaparlar. Ayrıca, özellikle ordu ve diplomatik konularda yanlış bilgi verilir. Kendilerini güçsüz hisseden insanlar güçlerini arttırmak için yalana başvururlar.

E) Dileklerinin Gerçekleşmesini Sağlayan Yalanlar

Bu tür yalanlar 4-7 yaşları arasında oldukça yaygındır. Bu yaştaki çocuklar gerçekleri sorgulayamadıkları için olsa gerek dileği gerçek ile karıştırırlar. Bu yüzden de cümlelerinde hiç “Keşke, umarım, inşallah” gibi terimler kullanmazlar. Ebeveynler böyle durumlarla iyi başa çıkabilirseler çocuklarının gerçek ve sağlıklı fantezi arasındaki farkı belirlemelerine de yardımcı olabilirler.

Çocuklarının dileklerinin gerçekleşmesi için söyledikleri yalanlar oldukça normal görülebilir. Ancak bu tür yalanlar yetişkinlik döneminde devamlılık gösterirse patolojik sonuçlar ortaya çıkabilir.

KİŞİNİN KENDİSİNİ KANDIRMASINI SAĞLAYAN YALANLAR

İnsanlar davranışlarını ve yaptıklarının sorumluluğunu mantığa bürünme yoluyla açıklarlar. Bu yüzden gerçek dürtülerini, güdülerini ve ihtiyaçlarını hem kendilerinden hem de diğer insanlardan gizlerler. Aynı zamanda kişinin başarısızlık ve zayıflıklarını ört bas etme gayretine de yalanlar aracılık ederler. Yalan var olan sorunu gizler. Kişi yalan söyleyerek acıdan ve kederden uzak durmaya çalışır. İnsanların neden yalan söyledikleri konusunda yapılan araştırmalarda ulaşılan sonuçlar şu şekildedir;

1) Benlik saygısını korumak

2) Güçlü olmak

3) Kimlik kazanmak amacıyla insan hem kendine hem de başkalarına yalan söyler.

KİŞİLİK VE YALAN İLİŞKİSİ

Kişi günlük hayatta karşılaştığı sorunların üstesinden gelmek ve toplumun doğrularına karşı direnmek için kendi içsel dünyası ve dış dünya ile ilişkilerini güçlendirmeyi hedefler. Yalan ile özdeşleşmiş dört bozukluk belirlenir. Bunlar anti sosyal, histir iyonik, sınırda ve narsistik kişilik bozukluklarıdır.

Bu kişilik bozukluklarının ortak özelliği psikiyatrlar tarafından belirtildiği üzere belirli bir temadan sapma eğilimidir. Aralarındaki fark davranış değişikliklerinde ortaya çıkmaktadır.

Biraz önce yalanın kişilikle olan ilişkisi üzerinde durduk. Bu kişiliğe sahip bireyler ahlâksız ya da kötü olarak damgalanmamalıdır. Her bir kişilikte yalan söyleme nedeni başa çıkma mekanizması olarak faydalı bulduklarından yalana başvururlar. Gerek iç gerek dış dünyanın sorunlarıyla başa çıkabilmek için yalanı çıkar yol olarak görürler.

Anti-sosyal kişiliği olan bireyler profesyonel bir yalan söyleyebilme özelliğine sahiptirler. Çünkü bu tip kişiliklerde yalan ekmek parası kazanmalarına dahi yardımcı olur. Öz denetimi ve doğruyu, yanlıştan ayırt etme mekanizması olmadığı için bu tip bireyler doğruyu saptırırlar, insanların onların istediklerine boyun eğmek zorunda bırakırlar.

Aynen anti-sosyal kişiliğe sahip bireydekiler gibi histiyorik kişilik özelliğine sahip bireyler de yalan söyleme konusunda salt suçlu değildir. Histiyorik kişilik bozukluğuna sahip kişiler değişik amaçlarla yalan söylerler. Amaçları kendilerini insanlara kabul ettirip, ilişkilerinde rahat etmektir. Sevilmek ve onay görmek için yanıp tutuşmaktadırlar. Doğruya saygıları azdır. Doğruyu abartıp kendilerine göre yorumlayarak dramatik bir atmosfer yaratmaya çalışırlar. Hem anti-sosyal hem de histerik kişilik bozukluğunda olan bireyler insanların beyinlerini okumada usta olduklarından herkesin duymak istediği şeyleri söylerler.

Sınırda kişilik bozukluğu olan bireyler de yalanlar duygusal açıdan zedelenmiş benliğin ürünüdür. Sürekli fantezi geliştirirler. Duygularını çok az kontrol edebilmekte, söylediklerini çok az denetleyebilmektedirler. Zaman zaman dileklerinin gerçekleşmesi için yalan söylerler. İncindiğini hissettiklerinde veya birisini kıskandıklarında saldırganlaşırlar ve öfkelenirler.

Narsistik kişilik bozukluğu olan bireyler benlik saygısını korumak için yalan söylerler. Muhteşem benliğinin yaratacağı planlar narsistik kişilik bozukluğunun bir özelliği olarak becerilerinin önüne geçmiş ve bu boşluğu yalan ile doldurmaya çalışmışlardır. Öylesine kendi kendileriyle haşır neşirlerdir ki başkalarının üzerinde bıraktıkları etkinin farkına bile varmazlar. Diğer insanları kendileri kandırdıkları kadar kandıramamışlardır. Yargıları hatalı olduğundan gerçeği sorgulamada beceriksizdirler.

Açıklanan dört kişilik bozukluğuna (Anti-sosyal, histiyorik, sınırda ve narsistik) sahip bireylerin nörobilişsel açıkları vardır. Bu açık onların gösterdikleri belirtileri bir nebze de olsa tanımlamaktadır. Bu bireylerin yalanları hatıraların temporal bölgede değerlendirilmesi sırasında ortaya çıkan güçlükleri kolaylaştırır. Sokak loblarındaki fonksiyon eksikliği düşünmeden hareket edilmesine neden olurken yargılama eksikliğine yol açar.

Sonuç olarak bu tip bireyler günlük bilgileri gözle görülür şekilde farklı algılamakta ve yansıtmaktadırlar. Söyledikleri yalanlar, ilişkilerini ve yaşamlarını yansıtmakta ve etkilemektedirler. Daha ileri vakalarda, gerçeğin ne olduğunun farkında bile değildirler.

YALANLARI YAKALAMAK MÜMKÜN MÜ?

Gözü gören, kulağı duyan herkes hiçbir ölümlünün sır tutamayacağını bilir. Dudakları kımıldamıyorsa parmak uçlarıyla konuşur. Kişinin açık olan her hücresinden dışarı aldatma kandırma ile bile sızar.

Freud

İnsanlar yalanları yakalayabilir mi?

Hepimiz yeni bilgileri değerlendiririz. Yeni bilginin doğruluğu için geçmişteki bilgilerimizi yeni bilgiyle karşılaştırırız. Eski bilgiyle uyuşmayan yeni bilgi bizi rahatsız ederse kendimizi kandırma ihtiyacı doğar. Bu ihtiyaç kendimize ve başkalarına yalan söylememize neden.

Peki, yalan söyleyen kişiyi anlayabilir miyiz?

Sesin tonu, ritmi, kelimelerin vurgusu, yüz ifadesi, kol, bacak, beden hareketleri, şakakların atması, ellerin titremesi vb. psikolojik testlerle çoğu zaman belki. Bir hipoteze yalan söyleyen kişi doğru söyleyene nazaran daha kaygılı, suçlu, tedirgin ve güvensiz durmaktadır. Kişideki heyecan inanılmama, yanlış yapma, suç işlemekten kaçınma durumlarından dolayı daha da artmaktadır. Kişi böyle bir durumda öfkeli ve saldırgan olacaktır.

Daha önce anlattığım psikolojik testler yani yalanı ortaya çıkaran sözel olmayan ipuçları nelerdir?

Bunlar %100 yalan göstergesi olmasa da şu şekilde gruplayabiliriz:

Sözellik ve Sesin Kullanımı: Yalan söyleyen kişi olumsuz cümle kurar, konuşurken genellemeler yapar, sorulara cevap vermekten kaçınır. Cevap vermeden önce beklerler, dilleri sürçer, sesleri yükselip alçalır ve yavaş konuşurlar.

Yüz İfadesi ve Fizyolojik Tepkiler: Yalan söyleyen kişi göz göze gelmekten kaçınır. Elini kolunu oynatır, ört bas için gülümser. Gözbebeği büyüyebilir çünkü korku ve kaygı söz konusudur. Ayrıca kızarma, bembeyaz olma, terleme, soluk alıp vermede sıklaşma olabilir.

Gülümseme Çeşitleri

Samimi gülüş: Elmacık kemiği kası dudak kenarlarını yukarı kaldırır. Dudak yayılır, gözaltları torbalanır vb.

Sahte gülüş: Samimi gülüşün asimetriğidir. Göz kenarındaki kaslarda hareket yoktur. Ayrıca korku, hor görme, Chaplin gülüşleriyle hafif gülümseme vardır.

Vücut Hareketleri: Kişi yalan söylediği için vücut hareketlerinde azalma olur. Bazı evet anlamında ya da hayır anlamında sallamak, güvenirlik için bir kaşı yukarı kaldırma vb. değişebilir. Örneğin başı anlamlı bir şekilde öne doğru sallamak (evet anlamında) hayır cevabının yalan olduğunun bir ipucu olabilir.

Gelişimin Yalanı Yakalamaya Etkisi Var mıdır?

Çocuklar gittikçe mantıklı kararlar vererek saflıktan olgunluğa doğru gelişim gösterirler. Çocuklar çoğunlukla bir otoritenin her dediğini doğru kabul ederler.

Küçük yaştaki çocukların aileleri onları stresten uzak tutmak için bir müddet sonra işlerini yalanla yürütürler. Örneğin: En küçük başarılarını överler. Ergenlerse saf çocuklara nazaran hayat tecrübeleri arttığı için daha şüpheci ve alaycı olurlar.

Bununla ilgili olarak 11-18 yaş arası çocuklara bir videokaseti izletilir. Kasette yetişkinlerin sevdikleri birini sevmiyormuş, sevmedikleri birini seviyormuş gibi anlatmaları istenir. Yani çocuklar yaşları büyüdükçe rol yapıp yalan söyleyen insanları fark etmeye başlarlar.

Yalanın Ortaya Çıkarılmasında Cinsiyet Rol Oynar mı?

Kadınlar sözel olmayan ipuçlarını erkekler nazaran daha iyi anlıyorlar. Ancak bunları okumakta ve kontrol altında tutmada başarılı değiller. Kadınlar doğruyu söyleyenin ne hissettiğini anlıyorlar ancak yalan söyleyenlerin duygularını yakalayamıyorlar.

Kadınlar sevgi gibi pozitif bir duyguyu erkeklerden daha samimi algılayıp yansıtıyorlar ancak negatif bir duyguyu yâda mesajı hiç irdelemeden kabul ediyorlar. Kabulü kolay kadınlar düşmanlıktan rahatsız duyarlar. Davranışlarını duruma göre değiştirmektense değişik durumlarda aynı oluyorlar.

Kadınlar erkekler kadar yalan söyler ama bu başkalarına destek verme ve iyiliksever yaklaşımdan kaynaklanır. Yani kadınlar destek duygularını yalanla tatmin ederler. Erkeklerse daha az iyilikseverdirler ama dürüsttürler.

Yalan Dürtüsü Yalanı Çıkarmanın Dayanılmaz Çekiciliği

Yalan söyleme dürtüsü yalanı yakalamayı kolaylaştırır. Kişinin sözel mesajı ikna edici de olsa ihmal ettiği sözel olmayan ipuçları (sesi, vurgusu vb.) yalanı yakalamayı kolaylaştırır.

Yalan söyleyen ve hedef olan kişinin fiziksel çekiciliği önemlidir. Çünkü yalanı yakalama olasılığı artar. Öyle ki ilgi görmek için söylenen yalanların hedefi özellikle çekici kişilerse diğer tür yalanlara nazaran yakalanma olasılıkları fazladır. Yalan söyleme kadınlar da daha fazladır. Ancak fiziksel çekicilik kadınları erkekler kadar etkilememektedir.

Sorgulamalarda Ortaya Çıkan Yalanlar

Sorgulama esnasında kişi yalan söylediğinde kişiye olumlu geri bildirim verilirse yalan daha da artmaktadır. Tam tersine kişi olumsuz geri bildirim aldığında söylediklerinin doğruluğunu arttırmak için daha da doğrucu davranacaktır.

Yalanı Yakalamayı Öğrenebilir miyiz?

Yalanı yakalama işine sözel ve sözel olmayan ipuçları (mesajları) yakalamakla başlayabiliriz. Eğer insanlar yalan söylerken dışarıya ipuçları veriyorsa ve bazıları bu ipuçlarını yakalayabiliyorsa eğitilebilirler. Böylece göndericiye odaklandıklarında doğruyu yakalayabilirler.

Yalanı yakalamayla ilgili 7 ipucu vardır.

1) Sahte gülümseme

2) Başı hareket ettirme

3) El-kol işaretleri

4) Sesin yükselip alçalması

5) Az konuşma

6) Boşlukları doldurma (mmm. aaa gibi)

7) Konuşmanın içeriğiyle uyumsuz sözel olmayan hareketler söyleme

Profesyonel Yalan Yakalayıcıları

Maverick filminde profesyonel poker oyuncusu profesyonel yalan yakalayıcısıydı. Onun yeşil cuha masada yaptığı tek şey yalan yakalamak ve iletişim kurmaktı. Profesyonel oyuncular amatörlerin ruhlarını okurlar. Oyundan önce oyunculara ters davranıp kaygılarını arttırırlar. Açık vermelerini sağlarlar. Onlar tarafsız bir yüz ifadesine bürünürler, sözel ve sözel olmayan davranışlarından baraj oluşturup gerçek mesajın anlaşılmasını engellerler. Ayrıca ruh hallerini değiştirirler. Sessizken konuşmaya başlarlar. Bu bağlamda profesyonel poker oyuncularının becerileri günlük yaşamdaki kandırma ve yakalama becerilerini yansıtır.

Profesyonel poker oyuncularını profesyonel olarak gümrük memurları izler. Onlar kimlerin üstlerinin aranacağına ve kimlere soru soracaklarına tecrübelerine bağlı olarak karar verirler.

YALANLARI YAKALAMAK İÇİN TEKNOLOJİ NASIL KULLANILIR?

Medeniyetler yüzyıllardır yalanı ortaya çıkaracak bir bulmak için uğraş vermektedir. Son yıllarda peligref adlı bir alet bu amaçla kullanılmaktadır.

Yalanları Yakalamanın Tarihçesi

Yalanı yakalama kültürlere göre değişmektedir. Örneğin Arabistan’da kızmış demiri yalamaları istenir. Dilinin doğru söylediğinde yanmayacağına, yalan söylediğinde yanacağına inanılır. Hindistan’da kuru pirinç çiğnenmesi istenirken, Engizisyon mahkemesinde bir parça peynir ve ekmek yenmesi istenir. Yutulamazsa yalan söylendiğine inanılır. Çünkü yalanın tükürük salgısını azalttığına inanılır.

Daha sonra yapılan ilk peligref makinesi kan basıncını nabzı ve solumu ölçmektedir. Deri tepkisinin derecesi (terleme) daha sonra ölçülmüş olan fizyolojik tepkilere eklenir.

Teknolojik açıdan yalanla ortaya çıkan kaygıyla bağlantılı olarak gösterilen fizyolojik tepkilerin ölçülebileceği düşünülür.

Peki, bu peligref makinesi nedir?

Çanta büyüklüğünde katlanabilir bir alettir. Enerjiyi iletme sistemi, kâğıt gözü, sesi kaydeden sivri uçlu bir yazma ve işaretleme iğnesinden oluşur. İletme sistemi ani hareketleri, kalp atışını, değişen kan basıncını ve solunum oranını ölçer.

Fizyolojik tepkilerin ölçülmesinin tek teknik yolu budur. Testin temelini soru tipi, soru sorulma tekniği, cevap ve sorulara verilen yorumlar oluşturur. Testte 3 tip görüşme vardır.

1) Konuyla ilgili sorular (Adınız ne, şu anda oturuyor musunuz? kasadan parayı çaldınız mı, gibi).

2) Kontrol soru testi (Hayatınızda hiç hırsızlık yaptınız mı? hiç yalan söylediniz mi?, gibi sorgulanan kişi güvenilmez biri olarak nitelendirilmekten korktuğu için yaptığı kötü şeyleri söylemeyebilir).

3) Suçluluk soruları testi (Kasadaki paralar onluk mu, yirmilik mi yoksa ellilik banknotlar halindeydi? paralar gizli bölmenin altında mı yoksa üstünde miydi?, gibi suçluluk soruları testin doğruyu ve suçlunun kimliğini başarıyla ortaya çıkarabilir).

Bu Testin Sonuçları Nasıl Yorumlanmalıdır?

Test fizyolojik tepkileri (kalp atışlarının sıklaşması, deride elektriklenmenin artması, kişinin kaygılı, korkulu, öfkeli vb. olmasını) ölçer. Bu doğrultuda yorumlar itiraf yönünde önem kazanır.

Peligraf testinin geçerlik ve güvenirliği için bir deney yapılmıştır. Altı peligref uzmanın değerlendirilmeye alındığı araştırmada deneklerin doğru söylediği halde %55 oranında yalan söylediklerini söylemişlerdir. En önemli nokta uzmanların tecrübelerinin arttıkça yanlışa ulaşmalarının arttığını göstermektedir. Bu demektir ki doğruyu söyleyenleri yalancı olarak, yalancıları dürüst olarak değerlendirme oranları fazladır. Bunu şu şekilde açıklamak mümkün. Paligref uzmanlarının parası işverenler ve işletmeciler tarafından verildiğinde aldıkları ücretin hakkını ödemek için şüpheli kişileri suçlu olarak damgalayarak bir şekilde yalanı ortaya çıkarma eğilimi gösterirler. Sonuç olarak paligref uzmanları sanatlarının kurbanları olurlar.

Peligrefin ölçtüğü tek şey fizyolojik tepkilerdir. Bunları kontrol altında tutarak peligrefi kandırmak mümkündür.

Peligref testinin temelinde Roseohach, Tematik Algı ve hafıza testleri yatmaktadır. Bu nedenle peligref uzmanlarının psikoloji bilgisinin arttırılmasıyla uzmanların lisanslı hale getirilmesiyle peligref testindeki yanlışlıklar ve hatalar en aza indirilebilir.

Yalanın doğru, geçerli ve güvenilir bir mekanizmayla ölçülmesi isteği günümüzde de devam etmektedir. Her testte olduğu gibi bu testte de sonuçların tam olarak neyi ölçtüğü aydınlık kazandıracak şekilde yorumlanmalıdır. Bulgular yoluyla testin sınırları gözler önüne serilmelidir. Peligref tıpkı psikolojik bir test gibi ele alınmalı ve sadece bu konuda eğitim almış sertifikalı psikologlar tarafından uygulanmalıdır.

YALAN SÖYLEYEN KİŞİ NASIL TEDAVİ EDİLİR

Olduğu gibi davranan bir şeyleri saklayıp gizlemeyen insana gizemli denemez.

Sir F. Bacon

Çok az kişi yalan söylüyorum diyerek tedavi olmak ister. Zira yalan söylemek her zaman psikiyatrik ve psikolojik bir tedavi gerektirmez.

Yalan belirli bir dereceye kadar egosantrik yani egoya yabancı olmayan bir davranıştır. Yani yalan negatif olmadığı sürece yalancıya mutsuzluk getirmez. Klinikçi ilk olarak kişinin beyin fonksiyonlarında yâda öğrenmesinde bir bozukluk olup olmadığına bakmalıdır. İkinci olarak psikolojik bir bozukluk olup olmadığı ortaya çıkarılmalıdır. Bunlar doğrultusunda yalan söyleyen kişi tedavi edilebilir.

Bazı terapistler bu nedenle gelen hastanın her dediğini hiç sorgulamadan kabul ederler. Buna da empati derler. Gerçek doğru hastanın hissettikleri kadar önemli değildir. Terapist hastanın söylediği yalanlar üzerinde durmamalıdır. Terapi sırasında yalanı ortaya çıkaran sözel olmayan davranışlar göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca mahkeme sorgulamalarında kullanılan çapraz soru tekniği de faydalı olabilir.

Terapist daha çok seçilmiş anıları, çözülmeler ve yanlış algılamalara yol açan kendini kandırmalara yönelmelidir. Terapi sırasında söylenen yalanların bilinç dışındaki sırları ortaya çıkarılmalıdır. Söylenenler yalanlar hem terapiste hem de terapiye suçlamalar getirebilir. Oysa bu yalan tedaviye yönelik iletişim açısından gündeme gelmelidir.

Hasta terapisti kışkırtmak için yalan söyleyebilir. Bunun için terapist her an uyanık ve tetikte olmalıdır. Hastaya yalan söyleme ihtiyacında faydalı olmalıdır.

Düşük benlik saygısını korumak için söylenen patolojik yalanlar ve yanılgı fantezilerini tedavi için yüzleştirme kullanılır. Bu kişilerde şiddetli ego açıklarına yalanlar doldurmayla hizmet eder. O nedenle yüzleştirmeyi hemen yapmamak bir süre kaçınmak daha mantıklı olacaktır.

- Uyuşturucu alışkanlığı ve dürtü kontrol bozukluğu olan kişilerin söylediği yalanlar konusunda da yalanlarını inkâr etmelerini kabul etmeliyiz. Bu hastaların tedavisi daha çok özen ister. Yüzleştirme bunlarda da önemlidir. Şayet başarılı olmazsa bu kişiler kendilerine ve çevrelerine zarar verebilirler. Grup terapisi alternatif olarak sunulabilecek bir yoldur. Bu anlar için sosyal destek alacaktır. Tabi ki, farmakolojik tedavi de dikkate alınmalıdır.

- Sahtekârlar da yakalandıklarında kişilik bozukluğu olan mücehausen sendromuna tutulup yalan söyleyebilirler. Bunların tedavisi genelde destek sağlayan ve yüzleşmeden uzak bir terapiyle sınırlıdır. Hasta istediği ilgi bu tedaviyle alacağı için hastalık taklidi yapmaktan vazgeçer. Çünkü bu kişiler geçmiş yaşantılarında çok zarar görmüşlerdir. Destek görmediklerindeyse eski davranışlarına geri dönerler.

- Çocukların söyledikleri yalanlarla nasıl başa çıkılacağı ve bu konuda neler yapılabileceğine ilişkin kesin yanıt vermek zordur.

Küçük çocukların söylediği yalanlar daha çok fantezi ve uydurmadır. Bu nedenle ona gerçeğin gösterilmesiyle yardımcı olunabilir.

Ergen çocuk ise söylediği yalanın farkındadır. Yalanın etkilerinin tartışılması ve uygun ceza etkili bir çözüm olabilir. Şayet yalanı en aza indirmek istiyorsa anne ve babalar; bir süre duymak istemediklerini duymazdan gelmelidirler. Sürekli bir yalancılık söz konusu olduğunda da terapi verilmelidir. Verilecek olan terapi de kişinin özelliklerine göre şekillenmelidir. Sürekli yalancılık daha çok anne baba ilgisinin ve sevgisinin gerekliliğinin bir belirleyicisidir.

YALANIN BİREY ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

İkna doğrunun yalandan daha tehlikeli bir düşmanıdır.

Kendini kandırmanın benlik saygısını ve ruh sağlığını denetlemeye yardımcı olduğuna dair güçlü öneriler vardır. Örneğin bir araştırmada depresyonda olmayan kişilerin depresyonda olan kişilere göre kontrolleri konusunda kendilerini kandırdıkları öne sürülür. Deneklere oyun oynatılır. Oyunun sonucu iyiyse depresif olmayan denekler oyunun sorumluluğunu üstlenir. Tam tersindeyse sorumluluğu almazlar. Sorumluluğu başkalarına yüklemek benlik saygısını arttırıcı bir mekanizmadır.

Kişinin kendini değerlendirmesine dayalı psikolojik testlerden alınan psikopolelojik puanlar ve kendini kandırma arasında negatif bir ilişki olduğunu iddia ederler. Yani kendimizi kandırmanın psikolojik hastalıklarla ilişkisi azdır. Ayrıca yalan söylemeyle kendini kandırma arasındaki ilişkinin kadınlarda erkeklerden daha çok olduğu bulunmuştur.

Kişinin kendini kandırmasıyla ilgili çalışmalarda akli sağlığı yerinde olan insanların gerçeği benlik saygılarını arttıracak şekilde yonttukları ve kişisel bir yararla ilgili kıskanılacak bir kapasiteye sahip oldukları görülmüştür. Bu durum kişiye hayal kırıklığından ve başarı uzak bir ortam sağlar.

Kendini kandırmanın benlik saygısını yücelttiği böylelikle benlik imgesi ve gerçek arasındaki uyumsuzluk nedeniyle ortaya çıkan tansiyon hafiflemektedir. Bazen kişi başkasına bağımlı olarak da kendini kandırabilir. Böyle kişilerin yakalanma olasılığı daha yüksektir. Bu aynen sahte başarısızlığın sahte başarıdan daha çok yutturulabileceğine benzer.

Kendini Kandırmanın Olumsuz Etkileri Var mıdır?

Bu olumsuz etkiye bağlı olarak paranoyalı denilen kişilik tipi ortaya atılmıştır. Bu kişi herkesin onu sevdiğini, iyi şeyler düşündüğünü zanneder. Buna mutluluk sendromu denir. Gerçeği test edemezler. Bu kişilik kişi için benlik saygısını reddedilmekten koruyan bir kalkandır. Paligref uzmanlarının yaptığı da kendini kandırmadır.

Grupça Düşünme: Kendini Kandırma Olgusu Nasıl Paylaşılır?

Grupça Düşünmenin Özellikleri

* İncinmeyeceğine ilişkin bir sanrı

* Gruba hiç sorgulamadan duyulan inanç

* Grupça uyarıları ve diğer gerekli bilgileri göz ardı eden bir mantığa bürünme gayreti

* Düşmanın çok zayıf ve aptal olduğuna ilişkin basmakalıp inanışlar

* Grup kararlarında sapmalara sansür uygulama

* Çoğunluk kararına uymak bağlamında yaratılan hayali işbirliği

* Grubun hedeflerini sorgulayanlara baskı uygulama

Grupça düşünme sürecini etkileyen liderin verilecek kararı belirlemesidir. Grup kendi görüşlerinden sapma gösterenlere baskı uygular. Grupça düşünme altında aslında kendini kandırma yatar. Kişi ihtiyaçlarını karşılamak için (kabul ve onay vb.) kendi yargılarını bırakıp grubu teslim olur. Akıllı ve dinamik liderler başkalarını kandırmak için grupça düşünceyi kullanır. İlginç olan bu süreçte kendilerini de kandırabilecekleridir.

Herkesin kendini kandırdığı çağımızda kimse gerçeği vurgulamıyor, aciz kalıyor. Keserler her şeyi bildiği düşünülen kişilere (liderlere) bırakılıyor. Sonuç ise felaket. 

Yalanın Olumlu ve Olumsuz Etkileri

Usta yalancıların başkalarını aşağılayarak yanlış bilgilendirerek güç sağladıkları ve servet edindikleri gerçek yalancıların cinsel yaşama fırsatları artarken cezalandırılma olasılığı azalır.

Erkekler ve kadınlar arasında şöyle bir hipotez doğrulanmış. Buna göre kadınlar erkekleri etkilemek için seksi giyiniyor ve erkeğinde egosunu yüceltiyor. Erkekte karşılığında sevgi ve maddi olanak sunuyor. Bu dürtülerde yalan söylemeyi kolaylaştırıyor.

Söylenen yalan benlik saygısını iki mekanizmayla arttırır. Birincisi herkesin inanacağı bir yalan söylemek, ikincisi kişinin söylediği yalana inanması. Yani yalan söyleyen şekillendirdiği kişiliğe kendisi inanır. Kişinin benlik sevgisi artar ve egosu güçlenir.

Yalanlar hayallerin gerçekleşmesini sağlar (Sanat dallarındaki gibi). Bazen yalanlar kişinin başa çıkma ve ayakta kalma gücünü arttırır.

Yalan söylemek başkalarının ön yargılarını besler. Kişi yalancı olarak damgalandığında utanır, rezil olur. Bu da benlik saygısını düşürür. Yalan samimiyete ve yakınlığa da ket vurabilir.

SONUÇ VE ÖZET

YALANIN PSİKOLOJİK TEMELLERİ

İnsanoğlu çok fazla doğruya katlanamaz.

Eliot

Yaşamak için yalanlara ihtiyacımız var.

Nietzsche

Yalanın Sosyolojik Temelleri

İnsanlar yalanı yakalamaktan ziyade kandırmayı avantajı görürler. İnsanların kandırma becerileri yakalama becerilerinden fazladır. Çocuklar küçük yaşlarda yalanı yakalamadan kandırmayı öğrenirler. Yetişkinler yalanı yakalamakta daha beceriksizlerdir.

İnsanlarda çıkar hesaplarında yalanın ortaya çıkma olasılığı artar.

Kişinin Ruhsal Yapısı ve Yalanlar

Patolojik gelişim sürecinde çocuk anne ve babadan farklı duygu, fantezi ve özel bir dünyası olduğunu anlar. Bu özel dünyayı isterse paylaşır. Paylaşırsa da benlik duygusu gelişir. Böylece kendine ve başkalarına acı vermemek için duygusal tepkilerini gizlemeyi öğrenir.

Kişinin yalan söylemesi ve benlik saygısını düzenlemesi arasında yakın bir ilişki vardır. Kişi duygularını gizleyerek rol yapar. Bunun için mantığa bürünür ve benlik saygısını korumaya çalışır. Bu anlatılan ruhsal mekanizma olağandır.

Yalan Söyleme ve Kendini Kandırma Arasındaki Yakın İlişki

Kendini kandırma mekanizması bir gerçektir. Kişi daha güçlü ve akıllı olduğu imajı için yalan söyleyebilir. Yalan söylemek aşırı durumlarda ilgi odağı olmak isteyen kişi için sahte yeni bir kimlik yaratılmasına ya da olaylar üretilmesine yardımcı olur.

İnsanların onurlarını kıran şeyler yalandır. Yalanın uğursuz yönü kötülük düşünen insanlar diğer insanları da kötülüğe sürükler.

Doğrunun Psikolojik Perspektifi

Psikolojik doğruların anlaşılması güçtür. Araştırmalar belleğin gerçekleri çarptırabileceğini ve kişinin bir olayı algılamasının hem geçmiş hem de o anda tecrübe edilen duygularla renklendiğini ortaya koyarlar.

Her insan doğrulardan uzak kalıp kendini kandırarak stresle başa çıkmaya çalışır. Zaman zaman doğrular kişinin yaşamında önemini kaybederler. Doğru ve gerçek sadece iletişim şekli olarak değerlendirilir.

Yalanın Ahlâki Boyutu

Yalanın ahlâki boyutu ve güç kavramı çoğunlukta birlikte aşılmıştır. Yani elinde güç olan yalan söyler. Ellerinde güç olan insanların söyledikleri yalanların çalıştıkları kurumun iyiliği için yalan söylediğine inanılır. Sıradan insanlarsa kuruma zarar verir.

Güven duyulan kişinin kimseye zarar vermediğine inanılmaktadır. Bu insanlar yalan söylese dahi bizi sevdiği için söylediğine inanılır.

Yalan ve kendini kandırma hem kendimizle hem de başkalarıyla olan ilişkinin ayrılmaz parçalarıdır.

PATOLOJİK YALANLAR

Yalan, dürtülerin kontrol edilememesi, uyuşturucu ve alkol bağımlılığı gibi klinik özelliklerle de açığa çıkabilir.

Patolojik yalan söyleyen kişilerin çocukluklarında, fiziksel veya cinsel istismar, düzensiz aile yaşantısı, dürtülerin yönlendirdiği davranışlar, düşük benlik saygısı, disleksiya ya da diğer serabral fonksiyon bozuklukları gözlemlenmiştir. Bu faktörlerin tıbbi açıklaması henüz açıklık kazanmamıştır; fakat genetik faktörler, serabral fonksiyon bozukluğu ve güvensiz çocukluk yılları kronik yalanların uyumsuzlukla başa çıkma mekanizması olarak kullanılmalarına neden olmaktadır.

Yalan ve kendini kandırma günlük yaşamın ve insan ilişkilerinin değişmez iki parçasıdır. Bu bölümde düşünmeden söylenen veya içten gelen bir hisle kasten söylenen, kişinin hiçbir ihtiyacını karşılamayan hatta kendisini kandırmasına neden olan yalanlar işlenmiştir.

- Patolojik yalan; sonuçta kötü şeyler olacağından, olumsuz sonuçlar doğuracağından emin olunsa bile söylenilen yalanlardır.

Patolojik yalanlar şu şekilde sınıflandırılmıştır;

YANILGI FANTEZİSİ

Patolojik yalanın en aşırı ucudur. Gerçek ve fantezinin kesiştiği noktadır. Yanılgı fantezisi insanı büyüleyen bir sendromdur ve hikâyeler yüzeysel olarak bakıldığında mantıklı görünse de zamanla birbirinden ayrışır. Gerçek ve kurgu ilginç bir şekilde iyice ayrımlaştıkları yerde birleşirler.

Hayal gören psikotik kişinin tersine fantezi geliştiren kişi, ters bir durum veya sorunla yüz yüze gelince hikâyeden vazgeçer ya da aniden değişir.

Hikâyeler uzun süre devam eder ve yeterince tekrar edilip doyum noktasına ulaştığında, yalanları söyleyen kişinin kendisi bile uydurduğu hikâyelere inanmaya başlar.

Zamanın üçte birinde beynin fonksiyonunun durması fanteziyi belirlemektedir. Bu durum bazı bireylerde öğrenme güçlüğü olarak da kendini gösterebilir. Bu kişilerin sözel becerileri zayıftır.

Uzmanlar, yanılgı fantezisini; kimlik duygusu yaratmak, korumak ve artan kaygıya karşı direnebilmek olarak yorumlarlar. Ayrıca hırsın ve erotik bir yaradılışın isteklerini yansıtan, gerçekle bir tutulan hayal dünyası olarak da belirtilir.

Yalan fantezisinin kalıcı ve kapsamlı bir yapısı vardır. Fantezinin derece ve içeriği fanteziyi yaratanın içsel dürtüleri ile belirlenir.

Kişi hayal dünyası ile geçmişteki acı yaşantıları yer değiştirir.

Fantezi geliştirmenin amacı; üzücü ve kaygı yaratan hatıraları düşünmekten kaçmak, yani bastırmaktır. Taraflı kimlik duygusu ve yaşayan bir kimlik kazanılmasına yardımcı olacak savunma fonksiyonları geliştirilmesine yardımcı olur. Ayrıca kişi kendi negatif özelliklerini başka bir objeye yükleyerek olumsuzluktan kurtulmaya çalışır.

 YALAN MÜPTELALARI

Bu kişiler, yaşadıkları çevre ve iş ortamlarında birlikte oldukları insanlara acı çektirmekte, kendi kendilerini kandırarak yaşamlarını daha karmaşık hale getirmektedir.

Müptelalar yalan söylerken kendilerince mutlaka bir neden bulurlar. Yalanın müptelası olmak kişinin başarısızlık sonucunda oluşan duygulardan arınmasına yardımcı olur. Bilerek yalan söyleyen kişilerdir ve benlik saygıları düşüktür.

Aileleri tarafından aşırı korunmaya alınan, kardeşleri ile aralarında rekabet olan, ailelerinde düzensizlik olan ve akli dengelerinde bozukluk olan kişilerin bu tür davranışlara eğilimli olduğu belirtilmiştir. Ayrıca bu kişiler yalanı benlik saygılarını şişirmek ve günlük sorunlarla daha olgunca başa çıkabilmek için savunma mekanizması olarak kullanırlar.

Bu durumun neden olabileceği hususlar şu şekildedir:

1) Düzensiz aile yaşantısı

2) Çocuklukta yaşanan fiziksel ya da cinsel sarsıntılar

3) Nöropsikolojik anormallikler (öğrenme bozukluğu)

4) Olaylardan hemen etkilenen ve sorunları kolay atlatamayan kişilik özellikleri

5) Sosyopatik, sınırda ve narsistik kişilik bozuklukları

6) Ailede uyuşturucu ve alkol bağımlılığı

 YALAN VE DÜŞÜNMEDEN DAVRANMA

Kleptomanide, aşırı kumar oynama, durmadan alış-veriş yapma alışkanlığı gibi dürtülerin denetlenemediği durumlarda çeşitli biçimlerde söylenen yalanlardır.

Dürtüleri kontrol etme zorluğu çeken bireylerin söylediği yalanlar davranış bozukluklarını ört bas etmek ve bunların olumsuz sonuçlarından kaçınmak için söylenen yalanlardan daha ciddi boyuttadır.

Burada da beynin fonksiyon eksikliği vardır. Kişinin veya ailesinin uyuşturucu veya alkol bağımlısı olması da bir etkendir.

Dürtü kontrol bozukluğu, nöropsikolojik açıdan seretonin eksikliği ile açıklanır. Seretonin dürtülere ket vuran bir özelliktir ve uygulanacak ilaç tedavisi bu bozukluğu azaltmaktadır. Yapılan klinik araştırmalarda tedavi için prozac ve benzeri ilaçlar teori boyutunda önerilmektedir.

Psikodinamiklerine baktığımız zaman bu kişilerin geçmiş ve gelecekten ziyade sadece anı yaşadıklarını görürüz. Sadece o anın gerektirdiği dürtülerini yaşarlar ve sonucu düşünmezler.

YALAN VE UYUŞTURUCU BAĞIMLILIĞI

Uyuşturucu ve alkol bağımlıları diğer kişilere oranla daha fazla yalan konuşurlar.

Alkolle yalan iç içedir ve Alkolle Başa çıkma Toplantılarında alkolik kişilerin bu günkü ve geçmişteki yalanları üzerinde durulur.

Aktif alkoliklerin benlik saygısı yüksektir ve içki limitini kontrol edebildiklerini söylerler. Bunun tersine alkolden kurtulmaya çalışanlar kendini daha az kandırırlar. Bağımlılıktan kurtulmak için kişinin önce kendini, sonra başkalarını kandırmaktan vazgeçmesi gerekir.

İnkâr bağımlılık sürecinin önemli bir boyutudur. Bağımlılar, kendilerini açamadıkları, utandıkları ve aşağılanmaktan kaçtıkları için yalan söylerler. İstedikleri ilâcı alabilmek için özellikle doktorlarına yalan söylerler. Söylenen yalan zaman içinde önce kişiyi, sonra aileyi ve son olarak toplumsal yapıyı zedeler.

YALANI YAŞAYANLAR

(Sahtekârlar, Dolandırıcılar ve Münchausen Sendromlu Bireyler)

Bu bölümde, başka insanları kandırarak ve onlara yalan söyleyerek yaşama gücü kazanan üç tür insan grubu üzerinde durulmuştur.

Bu grupların paylaştıkları ortak özellikler vardır.

- Hepsi de kişisel kimliklerinde uyumsuzluk olan,

- Anlamlı, sıcak ve yakın ilişki kuramayan kişilerdir.

- Baskın olan psikopatolojik özellikleri narsisim olarak belirlenmiştir.

- Empati eksikliği ve karşılıklı ilişkilerde başarısız olmaları nedeniyle ilgi, bakım ve hayranlık ihtiyaçlarını tatmin etmek için dalavereye başvururlar.

- Bu kişiler diğer insanların paralarını, ilgilerini ve sağlıklarını gasp ederek onların duygularına duyarsız kalmakta ve haklarını yemektedirler.

- Birilerini kandırıp, aldatmaktan zevk almakta, insanları aşağıladıkları için güç ve üstünlük kazandıklarını düşünmektedirler.

Bu gruplar arasında bazı farklarda vardır;

- Sahtekârların; süper-ego açıkları vardır ve suç işleme eğilimi gösterirler. İlgi görmek için hasta rolü yapıp dalavereye başvuran ve bir şeyleri hep dolaylı yoldan elde edebilen Münchausen Sendromlu kişilere nazaran daha az bağımlıdırlar.

Sahtekârlar illegal yollara daha az başvurmakta, depresyon ve boşluk hissine karşı savunma geliştirmektedirler. Bazı sahtekârların iyilik için bile sahtekârlık yaptıkları olmuştur. Bu kişilerden daha hafif durumlar günlük yaşamda karşımıza çıkan ve farkında olmasak da bu örnekler bizim benlik hikâyelerimizde hafif de olsa yer edinmiştir.

- Sahtekârlık, patolojik yalanın en uç noktasını temsil eder. Sahtekârlar yalan söylemekle yetinmez, söyledikleri yalanları yaşarlar. Oynadıkları her rol için yeni isim ve kimlik benimserler. Bazılarında dolandırıcılık özelliği de görülür.

- Münchausen sendromlu bireyler hastaymış gibi rol yaparak doktorlarını bile kandırabilirler. Birçok açıdan sahtekârlara benzerler.

SAHTEKÂRLAR

Sahtekârlığın en belirgin psikonalitik yorumları odipal olgu, iktidarsızlık duygusu ve güvensiz cinsel kimliktir. Çocukluk yaşantılarına bakıldığında baskıcı bir aile yaşantısı geçirdikleri göze çarpar. Aileleri bazı çocukların gösteriş yapmalarına izin ve destek vermiştir. Bu durum zamanla bireyde hep üstün olma duygusunu ortaya çıkarmıştır.

Sahtekârların çocukluk yıllarında aile içindeki rollerini doğru öğrenmeleri gerekir. Çünkü bu kişilerin çoğu fiziksel ya da cinsel özrü olan kişilerdir.

Aile içindeki olumsuz ilişkilerden model alan çocuk ileriki yaşamında yanlış kimliklere bürünebilir.

Bazıları oidupus kompleksinin verdiği içsel sorunları çözümleme gayretiyle sahtekârlığı dışa vururlar. Ya da tam tersi olarak kişi sahtekârlık yardımıyla kimlik ve benlik duygusu geliştirmeye çalışabilir. Bazıları kendi kimliklerinde boşluk olduğunu sahtekâr olduklarında bu boşluğun daha enerjik ve canlı olduğunu öne sürerler. Kimileri geçmişteki acı yaşantılarını bu sayede silmeye çalışırlar. Gerçek kimlik ve sonraki kimlik arasındaki çatışma sahtekârlık düşüncesini destekler.

DOLANDIRICILAR

Zekâ oyunları ve insanları alt etme becerileri ile doludurlar. Bu da insanları kandırmanın verdiği hazla açıklanabilir. "Dolandırıcıların çok azı hapse düşmüştür ve çok azı cezasını tamamlamıştır." Dolandırıcı önce kurbanının hassas yönlerini tespit eder, sonra onu zayıf noktasından vurur.

Dolandırıcılar psikodinamik ve sosyodinamik faktörler üzerinde oynayarak gerçeği değiştirirler.

MUNCHAUSEN SENDROMLU BİREYLER

Bu terim ilk kez İngiliz Doktor Richard Asher tarafından kullanılmıştır. Sendromun üç temel özelliği vardır;

1) Hastalığın dramatik gelişimi

2) Yanılgı Fantezisi

3) Yolculuk (hastaneden hastaneye gezmek)

Bu hastalar çeşitli isimler kullanırlar. Bazı hastalar 400 kereden fazla hastaneye yatmıştır. Bu hastalarda çocuklukta terk edilme, sadist anne-baba, kronik bir hastalık ya da ölüm, nörotik çocuk davranışları, ıslah evi yâda hastanede geçirilmiş bir süreç gözlemlenmiştir.

Ayrıca yetişkinlik dönemlerinde şiddetli kişilik bozukluğu (sınırda ve anti-sosyal), iş hayatından başarısızlık ve sağlıkla ilgili birimlerde çalışmışlık, intihar teşebbüsü veya psikiyatrik tedavi yaşamışlardır. Büyük olasılıkla reddedilmeyi yaşamış, sevdiği birini ya da bir şeyi kaybetmiştir.

Bu bireylerin hastalık nedenleri aşağıdaki gibi belirtilmiştir;

1) Yiyecek ve barınma sağlama

2) Uyuşturucu bulmaya çalışma

3) Beyin fonksiyon bozukluğu (%25-30'unda)

4) Bağımlılık hissinin verdiği haz

5) Psikoza karşı savunma

6) Kimlik arayışı

7) Üstünlük kurma ihtiyacı

8) İçten gelen öfke ya da mazoşizm

HASTALIK YALANCILIĞI

Münchausen sendromu hastalık yalancılığının en uç noktasıdır. Hastalığın tek amacı hasta rolü yapmaktır. Sayıları daha fazladır. Daha hafif hastalıkları taklit ederler, rol yetenekleri fazla iyi değildir. Bazıları işten kaçmak, toplantıya girmemek için rol yaparken bazıları da bilinçsizce somatizasyon davranışı ve hipokondriyak eğilim gösterirler.

MUNCHAUSEN SENDROMU VEKİLLİĞİ YAPMAK

Bu insanlar kendilerine hastalık yaptıkları gibi başkalarına da hastalık uydururlar. Daha çok annelerin çocuklarına hastalık yakıştırması şeklinde görülür. Çocuğunun hasta olduğunu iddia eden anne onu hastaneye götürür, oldukça fazla ilgi gösterir ki bu sayede etrafın takdirini üzerinde toplayabilsin. Amaç budur ve bu kişiler dünyayı kendi istediklerine uydurmaya çalışırlar. Ben-merkezci, başkalarını anlamayan, saygı göstermeyen kişilerdir.

ÇARPIK BELLEK, YALAN SUÇLAMALAR VE YALAN İTİRAFLAR

Bellek düşünüldüğünden daha esnektir. Kişinin bir olayla ilgili hatırladıkları sürekli yeniden şekillenmekte, yeni bilgilerden, duygulardan ve dürtülerden etkilenmektedir. Diğer insanların tesirlerini de göz ardı etmemek gerekir. Arkadaşlar, dostlar, polisler, avukatlar ve psikoterapistler öneriler getirerek ya da sorular sorarak kişide yeni hatıralar oluşmasına neden olurlar. Yorumları yapan kişi otorite olarak görülüyorsa bu etki daha da güçlenmektedir. Psikoterapi gören hastalar kendilerine tam doğru olmayan bir geçmiş kurarlar: Bir suça görgü tanığı olmuş kişiler hiç olmamış şeyleri hatırlayabilirler. Bazı kişiler ise hiç işlemedikleri suçu işlediklerini itiraf edebilirler. Öfkeli bir kadın bir adamı tecavüz ile suçlayabilirler. Daha sonra uydurduğu suçlamalara kendisi de inanabilir. Düşünce suçlularının düşünceleri belirli bir süreçten geçirilerek yeniden oluşturulabilir.

Kısaca bir kişinin kendini kandırması ve yalanları başka bir kişinin belleği hatta gerçeği olabilir.

BELLEĞİN DOĞAL YAPISI

Bellek bizim ta kendimizdir. Eğer belleğimizi kaybedersek, kimliğimizi ve benlik duygumuzu kaybederiz.

Belleğin nasıl işlem gördüğüyle ilgili son görüşler 3 ana süreci içerir:

- Algılama ve kaydetme, depolama ve tekrar düzene koyma.

Bilginin kişinin benliğine uyumu, duygusal etkileşim ve zekâ filtresi algılamayı etkilemektedir.

Depolama sürecini beynin fizyolojik yapısı etkiler. Bellekteki hatıraların yeniden düzenlenmesi kişinin duygusal durumu, canlılığı ve çağrışımları güdüleyen yeni algılamalardan etkilenir.

Bellek sürekli yeniden yapılanır. Eski hatıralar, yeni algılarla yenilenmekte, eskilerin yerini almaktadır. Bu bilinçsizce oluşur, kişi hatıraların yeni olduğunun farkına varmaz.

Deneysel çalışmalar kişinin belleğinin kolaylıkla etki altına alınabileceğini ortaya koymaktadır. Belleğimiz esnektir hatta zamana ve yere bağlı olarak akıcılık göstermektedir. Hatıralar yeniden oluşur. Geçmiş bellekte sabit değildir. Geçmişi daha çok o andaki duygularımız, tecrübelerimiz ve ön yargılarımızla hatırlarız. Bunun dışında başka insanların söylediklerinden de etkileniriz.

GEÇMİŞİ HATIRLAMAK VE ÇARPIK BELLEK SENDROMU

Günümüzde kişinin geçmişini hatırlaması özellikle çocuklukta yaşanan cinsel ve fiziksel istismar gibi olayların ortaya çıkması bağlamında çok önem taşımaktadır. Çarpık bellek sendromunda başka kişilere yapılan haksız suçlamalar yer alır.

En önemli suçlamalar cinsel istismar şeklinde olmuştur. Suçlamayı yapan yetişkinlerin %90'ı kadındır. Bu kadınların çoğu üniversite eğitimli ve başarılı kişilerdir. Huzurlu, uyumlu ve birbirine bağlı ailelerden gelmektedirler. Sadece 1/3'ü çocukluk ve genç yetişkinlik dönemlerinde psikiyatrik tedavi görmüştür.

Geçmişin hatırlanması ile ortaya çıkan cinsel istismar sınırda kişilik ve yemek bozukluğu gibi özellikle psikiyatri tedavisi gören kadın hastalarda görülmektedir. Psikolojik kaygı, depresyon ve sıkıntının altında yatan temel nedenin çoğu kez cinsel istismar olduğu üzerinde durulur. Sorun ortada gerçekten cinsel istismar olup olmadığı değil, yapılan suçlamaların doğru olup olmadığıdır.

BELLEK NASIL ÇARPTIRILIR?

Cinsel istismara uğradıklarını iddia eden hastalar özellikle sınırda ve narsistik kişilik bozuklukları olan kişilerdir. Ayrıca bu kişiler hipnoz edilmeye ve fantezi üretmeye oldukça yatkındırlar. Fantezilerini yaşantılarındaki acı ve kederi bloke etmek için kullanırlar. Bu süreçte kendi hatıralarını ve geçmişlerini yaratırlar. Böylece geçici de olsa acı ve kaygılarını azaltma yoluna giderler.

Kişi karşıdaki kişinin belleğini çarpıtabilir. Örneğin: Alış-veriş merkezinde kaybolduğunda çok korkmuştur gibi. Ancak o kişi hayatında böyle bir yaşantıyı hiç yaşamamıştır. Ona sanki yaşamış da hatırlamıyormuş gibi davranılır.

YAPILAN SUÇLAMANIN DOĞRULUĞUNUN İSPATI İÇİN

YAPILMASI GEREKENLER

1) İstismara uğradığını iddia eden kişinin tüm sağlık, psikiyatri ve okul dosyaları gözden geçirilmeli.

2) Kişinin yaşamı boyunca geçirdiği özel ilişkileri incelenmeli, kişinin yakınları ile (özellikle de kardeşleri) bire bir görüşülmeli.

3) Cinsel yaşamı hakkında bilgi toplanmalı.

4) Bilgi toplama tekniğinin doğru seçilmesi.

5) Tedaviyi kimin yapacağı belirlenmeli.

6) Kişinin istismarla ilgili yayınlara ilgisi olup olmadığının araştırılması.

7) Başka bir psikolojik rahatsızlığı olup olmadığı araştırılmalı.

8) Öç alma amacının var olma ihtimalinin göz ardı edilmemesi.

9) Olayın olabilirliğine belleğin fizyolojik yapısını göz önünde bulundurularak karar verilmesi.

10) Ailesinin yapısının incelenmesi (alkol).

11) Daha önce suçlamada bulunup-bulunmadığının tespit edilmesi gerekir.

12) Kişinin herhangi bir suç işleyip-işlemediğinin araştırılması.

13) Suçlamayı yapan kişinin suçlamadan bir çıkarının olup-olmadığının araştırılması.

14) Terapistinin değiştirilmesine ters tepki veriyorsa dikkatli olunmalıdır.

15) Fotoğraf-kaset gibi somut delillerin varlığı araştırılmalıdır.

Bazı durumlarda terapistler uygunsuz terapilerle kişilerin yeni bir hayat hikâyesi oluşturmalarında rol oynarlar.

Kişiye faydalı bir terapi için aşağıdaki şartlar gereklidir;

1) Hastanın her söylediği doğru olmayabilir ve bunun irdelenmesi gerekir.

2) Terapist saydamlığı sağlamalı, kendi görüşlerini hastaya yansıtmamalı.

3) Kullanılan terapi teknikleri (hipnoz gibi) uzman olmayan kişilerce kullanılmamalı.

4) Hislerine ve iç güdülerine göre terapi yapan terapistler transfer olgusu için uzmanlardan yardım almalıdır.

5) Terapist başaramayacağı zaman kendini geri çekmesini bilmelidir.

YALAN İTİRAFLAR

Burada temel nokta işlenmemiş bir suçu kabul vardır. Diğer insanlarla karşılaştırıldıklarında yalan itiraf yapan kişilerin daha az zeki, kolaylıkla tesir altında kalan ve yumuşak yaradılışlı oldukları söylenmektedir. Yapılan itirafın hangi koşullarda yapılmış olduğuna çok dikkat edilmelidir. Örneğin polisin baskısını yoğun hisseden kişi bu durumdan kurtulmak için yalan itirafta bulunmuş olabilir.

Yorumlar

Yorum Bırakın