ÖĞRENMENİN GÜNLÜK YAŞAMDA KULLANIMI

 

ÖĞRENME

Tanım:

Yaşantısal deneyimler sonunda davranışlarda oluşan kalıcı ve izli değişimler

Yetişkin davranışlarının hemen hemen tümü öğrenme yoluyla kazanılmıştır. Öğrenme bir süreçtir. Tekrar ya da yaşantı sonucu davranışta meydana gelen ve kalıcı olan değişikliklerdir.

Davranışta kalıcı ve izli değişimlerin oluşması benzer uyaranların belli sayıda tekrar edilmesi ve organizma tarafından bu uyaranlara  verilen tepkilerin pekiştirilmesine bağlıdır.

Doğanın bilinen en karmaşık nesnesi ve olayı insan beyni ve insanın bilişsel süreçleridir, daha da karmaşık olanı ise bunların ilişkisi, entegrasyonudur. Asırlar boyunca beden ve dolayısıyla beyin, doğa bilimleri kapsamında ele alınagelmiş; bu iki öğe, canlı varlıkların yapı ve süreçleriyle ilgilenen temel biyolojik bilimlerin, madde ve enerji konularıyla ilgilenen fiziksel bilimlerin, tıp gibi uygulamalı bilimlerin araştırma konusu olmuştur. Zihin ise, canlıların davranışlarıyla ilgilenen davranış bilimlerinin, psikolojinin uğraş konusu olagelmiştir.

Gelenekler ve alışkanlık, bu dalların her birinin (biyolojik veya fiziksele karşın davranışsal veya psikolojik) kendi içinde kapalı olarak çalışmasına yol açmıştır. Beri yanda çağdaş bilim dünyasının kabul ettiği bir husus, mevcut bilim dallarının, tek başlarına; beyni, bilişsel süreçleri ve özellikle de bu iki öğenin ilişkisini ve entegrasyonunu anlayabilmede yetersiz kaldığıdır. Çağdaş bilimsel veriler, ilk olarak René Descartes tarafından sistematik olarak öne sürülmüş olan psikofiziksel etkileşim modelini desteklemektedir. Elde edilen veriler beyin ve bilişsel süreçler konusunda elde edilen bilgilerin ve kullanılan yaklaşım ve tekniklerin entegre bir şekilde ele alınması gerektiğini açıkça göstermektedir.

ÜÇ NÖROLOJİ- ÜÇ BEYİN ANLAYIŞI

Beyin, iki yarım küreden ve dört loptan oluşur. Frontal lob, temporal lob, parietal lob ve oksipital lobların her biri insanda duygu, düşünce ve eylemin oluşmasında duyum ve algılama merkezleri olarak faaliyet gösterir. İnsanlarda gerek beyindeki sinir hücreleri ve kapasitesi, gerekse duyu organlarının yapısı ve işleyişi açısından bireysel farklılıklar vardır. Öğrenmenin doğasını kalıtım ve çevresel faktörler etkileşim içinde oluşturur.    

Yüzelli yıla varan nörolojik bilimler tarihi üç farklı nöroloji ve beyin anlayışına tanık olur.Bu anlayışlar kronoloji,temel bilimsel altyapı ve bilim felsefesi açılarından sürekli bir gelişmenin halkalarıdır ve geleneksel beyin anlayışı, davranış nörolojisi anlayışı ve kognitif beyin anlayışı olarak sıralanabilirler.

Geleneksel beyin anlayışı,beyni genel bir memeli sinir sistemi modeli içinde ele alan ve esas olarak hareket ve beş duyu işlevlerini inceleyen bir anlayıştır. Davranış nörolojisinin beyin anlayışı,beyni genel bir insan sinir sistemi modeli içinde inceler ve yoğunlaştığı konular insana has yüksek beyin işlevlerinin ve davranışların bozukluklarıdır.Kognitif beyin anlayışı ise insan beyninde bilgi,beceri,bellek ve yönetsel işlevlerin hangi etkenler çerçevesinde ve nasıl oluştuğunu inceleyen ve bu incelemelerin sonuçlarını mümkün olduğunca birey beyni açısından sorgulayan anlayıştır.

 

KLASİK NÖROLOJİK BİLİM ANLAYIŞINDA BEYİN

Klasik nörolojik bilimler anlayışı içinde beyin genel bir sinir sistemi modelinin ayrılmaz bir bölümü olarak ele alınır.Her türlü anatomik,fizyolojik,klinik ve patolojik tartışmanın ana çatısı olarak ele alınan bu modelde iki ana bölüm olarak,santral ve periferik sinir sistemleri vardır.Beyin; serebellum,beyinsapı ve medulla spinalis gibi yapıların yanısıra ve onlardan az ya da çok önemli olduğu izlenimi verilmeden,santral sinir sistemi bölümü içinde yer alır.Klasik yaklaşım içinde beyin,özellikle motor ve duyu işlevleri açısından önemlidir.

KLASİK NÖROLOJİK YAKLAŞIMLA BİLGİ EDİNİLMESİ ZOR OLAN BEYİN YAPILARI

¨Afaziler : Dominant hemisfer perisilviyan alanları

¨Apraksiler: Bilateral premotor korteks,Korpus Kallozum,Dominant supramarginal girüs .

¨Amneziler : Bilateral limbik korteks ve temporal lob subkortikal yapıları

¨Agnoziler : Bilateral oksipital assosiyasyon alanları

¨Vizüel-Spasyal : Sağ hemisfer parieto-oksipital bağlantıları

¨Bozukluk

¨Emosyonel Boz.:Sağ hemisfer temporal korteks ve subkortikal yapıları

¨Yönetsel Boz.: Pre-frontal korteks

DAVRANIŞ NÖROLOJİSİNİN BEYİN ANLAYIŞI

Davranış nörolojisinin beyin anlayışı,geleneksel beyin anlayışının bize sağlayamadığı bilgiler temelinde şekillenir.Yukarıda da görüldüğü gibi bu bilgiler üç bölümde ele alınmıştır. Bunlar; nörolojik hastalıkların tanı ve izlemlerinde temel dayanak olarak kabul edilen muayene şemasıyla erişilemeyen beyin işlevleri,bunların bozulmasıyla ortaya çıkan sendrom ya da hastalıklar ve bu iki sürecin atlanması nedeniyle haklarında bilgi edinilemeyen beyin bölgeleri ve/veya bağlantılarıdır.

NÖROPSİKOLOJİ

Geleneksel nörolojik muayene yönteminden ve geleneksel psikolojik değerlendirmeden farklı biçimde beyin hastalıklarının davranışsal etkilerinin standardize testler yoluyla incelenmesidir.Bu testler arasında dil,beceri,bellek,dikkat,vizuel-spasyal yetenekler,emosyon ve yönetsel işlevlerle ilgili testler yer almaktadır. Nöropsikolojik yaklaşımın giderek daha yaygın biçimde benimsenmesiyle, günümüzde hala baskın biçimde varlığını sürdüren geleneksel muayene yöntemiyle beyin hastalarını değerlendirmeyi yeterli görme anlayışı giderek terkedilmektedir.

NÖROPSİKOLİK ÖĞRENME

Nöropsikoloji, bilişsel ve genelde zihinsel süreçlerin sinir sistemi ve özellikle de beyindeki karşılığını inceleyen disiplinlerarası bir daldır. Çağdaş bilimsel çalışmalar, zihin ve beynin birbiriyle etkileştiğini ortaya koymaktadır. Bu bakımdan nöropsikoloji bilimi ve genelde nöropsikolojik yaklaşım tüm canlıların, ancak özellikle de insanın anlaşılması açısından büyük önem taşımaktadır. Nöropsikolojik yaklaşım, bir anlamda, zihin hakkında bilinenlerin beyin temelinde; beyin hakkında bilinenlerin de zihin temelinde test edilmesini sağlamaktadır

Böylece de, karmaşık bilişsel süreçler beyin düzeyinde gözlenebilirlik kazanmakta; beyin alanlarıyla ilişkilendirilen zihinsel süreçler ise, 'olsa olsa' yöntemiyle değil de, bilimsel verilere dayanarak belirlenmektedir. Nöropsikoloji biliminde bilişsel süreçler konusundaki bilimsel veriler ise, nöropsikolojik testler yoluyla elde edilmektedir. Bu doğası ile nöropsikoloji bilimi, bir yandan bilişsel işlevlere ışık tutabilmekte, nöropsikolojik testler yoluyla da, söz konusu işlevlerin bileşenlerine ayrıştırılması mümkün olmaktadır.

Nöropsikoloji bilimi başlangıç olarak klinik yönelimli disiplinlerarası bir daldır. Bu bilim dalının ana konusu; beyinde  tümör, enfeksiyon ve metabolik nedenlerle oluşan hasar ve bozuklukların zihinsel süreçlere, bilişsel ve duygusal etkinliklere etkisini incelemektir. Bu 'klinik' türden bir nöropsikolojidir ve kapsamındaki temel işlemler; tanı koyma, tedavinin etkililiğini değerlendirme ve hastaya özel rehabilitasyon programı oluşturmaktır. 

Ancak nöropsikoloji sadece klinik yönü olan bir bilim dalı değildir. Günümüzde nöropsikoloji bilimi; klinik nöropsikoloji, uygulamalı nöropsikoloji ve temel nöropsikoloji gibi alt dallara ayrılmaktadır. Klinik nöropsikolojide odak noktasını  bedensel bozukluğun yol açtığı zihinsel bozukluk oluşturmaktadır. Temel nöropsikolojide ise bedensel bozukluğun yol açtığı zihinsel bozukluk bir bilgi işleme bozukluğu olarak ele alınmakta ve patolojinin bilgi işleme yönü incelenmektedir.

Temel nöropsikolojinin amacı, beyin ve zihin ilişkileri üzerinde araştırmalar yapmak ve bu ilişkiler konusunda model ve kuramlara ulaşmaktır. Ayrıca, gerek klinik ve gerekse temel nöropsikolojideki en temel ve kritik öge bilişsel süreçlerin güvenilir ve geçerli bir şekilde ölçülmesidir. Bu ise  nöropsikolojik testler kullanılarak yapılır. Nöropsikolojik testler ve bunların standardizasyonu,  temel nöropsikolojinin en temel faaliyetleri arasındadır.

BEYİN BİLGİSİ

1.Afazilerin Sağladığı Beyin Bilgisi

Dilin beyindeki organizasyonu çeşitli dil bozukluğu sendromları gösteren olgulara ait bilgilerin zaman içinde birikimiyle öğrenilmiştir.Bu organizasyonun ana özellikleri şunlardır:

a)Dil işlevleri insan beyninde ağırlıklı olarak bir hemisfer içinde organize olmuştur.Bu hemisfer insanların büyük bir bölümünde sol yandaki olup,bu hemisfere geleneksel olarak dominant hemisfer denilmektedir.Dil için hangi hemisferin dominant olacağının belirlenmesinde genetık,hormonal ve anatomik etkilerin rol oynadığına inanılmaktadır.Bu etkiler çerçevesinde % 1 oranında sağ hemisfer dominansına da raslanılmaktadır.(Çapraz dominans) Serebral dominansta yaşın,cinsiyetin ve eğitimin rolleri de vardir.

b)Dil organizasyonu dominant hemisfer içinde özel alan ve bağlantıları ilgilendirmektedir.Bu organizasyonun merkezinde perisilviyan bölge bulunmaktadır.Bu bölgenin içinde yer alan Broca ve Wernicke alanları gibi alanlar dil işlevleri arasında en önemli yeri işgal eden konuşma ve anlama'nın merkezleridir.Bu merkezler arasında bulunan arkuat fasikül tekrarlama işlevinden sorumludur.Perisilviyan dil alanlarının parietal lob içinde bulunan ve okuma ve yazma gibi işlevlerle yakından ilişkili olan angüler girusla da yakından ilişkileri vardır.Bu yapı,kortikal planda hemisferin parasagittal alanlarıyla subkortikal olarak da bazal ganglia ile bağlanarak dilde yaşanan herhangi bir problemin analizi için yeterli bir modeli oluşturmaktadır.

2.Apraksilerin sağladığı beyin bilgisi : Motor sistem tarafından ortaya konulan sayısız hareketin nasıl geliştirildiği ve ortaya konulduğu merak edildiğinde praksis kavramıyla karşılaşırız.Praksis,hareketlerin nasıl ortaya konulduğunu anlamamıza yardım eden bir kavram olarak,önceden öğrenilmiş hareketlerin programli biçimde ortaya konulmasıyla ilgili bir beyin işlevidir.Bu işlev iki ana biçimde kendini belli eder.Bunlar,hareketin zihinde nasıl tasarlanacağıyla ilgili hazırlık (ideasyonel-kavramsal-praksis) ve nasıl ortaya konulacağıyla ilgili olan motor bölümdür. (ideomotor praksis).

3.Amnezilerin sağladığı beyin bilgisi: insan beynini diğer beyinlerden ayıran en önemli özelliklerden birisi,hiç kuşkusuz gelişmiş bir bellek sistemine sahip olmasıdır.Bu sistemin organizasyonu beyinde üç ana yapısal unsur etrafında şekillenmiştir.Bunlardan birincisi ve belki de en önemlisi öğrenme ve kısa dönem bellekle ilgili olan hipokampal girüs ve bağlantılarıdır.Bu yapılar temporal lobların iç yüzünde ve derinliklerinde yerleşmiştir.Bu yapılar işlevsel açıdan,bulundukları hemisfere göre farklılık gösterir.Dil için dominant hemisfer tarafında olan daha çok kelimesel materyalin öğrenilmesı ve kısa süreli belleği için özelleşme gösterirken,non-dominant hemisfer tarafında olan şekil ve müzikal paternler için özelleşme göstermektedir. İkinci yapısal katkı uzun süreli bellekle ilgili olup,hipokampal girüsle bağlantılı olarak yaygın kortiko-kortikal bağlantılar tarafından temsil edilmektedir.Son olarak da çalışan bellek ya da bellek işlemcisi olarak belirtilebilecek(working memory karşılığı), her iki bellek formu arasındaki geçişleri kontrol eden bir bellek formu vardır ki,bu da prefrontal korteksle ilişkilidir.

Ve Diğerleri

4.Agnozilerin sağladığı beyin bilgisi:

5.Vizüel-spasyal bozuklukların sağladığı beyin bilgisi

6.Emosyonel bozuklukların sağladığı beyin bilgisi:

7.Dikkat bozukluklarının sağladığı beyin bilgisi:

8.Yönetsel bozuklukların sağladığı beyin bilgisi

 

 

KOGNİTİF NÖROBİLİMİN BEYİN ANLAYIŞI

Doğumdan sonraki beyin gelişimiyle ilgili olarak kognitif nörobilimin sağladığı önemli bilgiler vardır.Bu bilgilerin temelinde,klasik nörolojik bilimin doğumdan sonra yeni nöron ve nöronlararası bağlantı gelişiminin olmadığı ve nöronların ölümünde yenilerinin oluşmadığı yolundaki inanışlarının aksine kognitif nörobilim bu süreçlerin tüm yaşam boyu sürdüğünü ve özellikle de eğitim ve öğrenmenin protein sentezini arttırarak bu süreçleri hızlandırdığını ileri sürmektedir.Matürasyon sürecinde öğrenmenin yollarıyla ilgili olarak yapılan araştırmalar bağlantıların hangi doğrultuda oluştuğu konusunda fikir sağlamaktadır.Buna göre,yeni gelişen bir beyin öncelikle yakın çevresinde gördüğü ve sık olarak tekrar edilen olaylar ve davranışlar doğrultusunda bağlantılarını geliştirmektedir.Böylelikle yakın çevre,aile,dil özellikleri neler ise ilk olarak öğrenilen şeyler onlar olmaktadır.

BİLGİYİ İŞLEME MODELİ

Dünya bilgiyle doludur ve bizde her an görüntü, ses, tat, koku gibi çevremizden gelen uyarıcı bombardımana tutulmaktayız. Göze, kulağa ve diğer duyu organlarına gelen fiziksel uyarıcılar seçilerek sinirsel iletilere dönüştürülmekte ve hatırlana bilmeleri için sinir sisteminde başka değişmelere uğramaktadırlar. Hatırlanan bilgi ise, depolanan mesajların kasların hareketini kontrol edebilecek bir başka mesaj türüne dönüştürülmüş biçimidir. Sonuçta ortaya çıkan ürün, konuşma, yazma ya da öğrendiğimizi ortaya koyan diğer etkinliklerdir. Dışardan gelen yani bilgiyi alma işleminden başlayarak, davranış değişmesi olarak ortaya çıkıncaya kadar bilginin dönüştürülme biçimlerine “öğrenme süreçleri” adı verilmektedir.

Öğrenme Süreçleri: (Gagne, Briggs ve Wager, 1988)

1-     çevredeki uyarıcıların alıcılar yoluyla alınması

2-     duyusal kayıt yoluyla bilginin kaydedilmesi

3-     bilginin seçilerek kısa süreli belleğe geçirilmesi

4-     kısa süreli bellekte zihinsel tekrar

5-     anlamlı kodlama

6-     kodlanan bilginin uzun süreli bellekte kodlanması

7-     işleyen belleğe geri getirme

8-     bilginin gönderilmesi (tepki üretici)

9-     tepki üreticini bilgiyi kaslara göndermesi

10- öğrenenin çevresinde performansını göstermesi

11- yürütücü kontrol tarafından tüm bu süreçlerin kontrol edilmesi

GÜNDELİK YAŞAM VE ÖĞRENME

Günümüzde çocuk, okul dışında, okuldakinden daha çok şey öğreniyor. Özellikle de 35-40 kişilik sınıflarda, yalnız kara tahta kullanılarak işlenen dersler ideal gelişimi engelliyor. Bu ortamlarda çocuğun bireyselliği kayboluyor ve başarma gücü frenleniyor.
Çocuğun yetişmesine anaokulundan itibaren yön vermek gerekiyor. Anaokulunda çocuğa birçok seçenek sunulmalı. Hayal dünyasını geliştirmesi ve zevk duyduğu şeyleri keşfetmesi için olanak tanınmalı... Sinir sistemimizin nasıl şekillendiği konusunda araştırmalar yapan biyokimyacılar, psikolinguistler, nöropsikoloji ve nörobiyoloji uzmanları sürpriz sonuçlara ulaştılar:

Okul öncesinde edinilen deneyimler, çocukların beyinlerini şekillendiriyor ve hamur gibi yoğuruyordu. Ayrıca, çocukların belirli yetenek ve becerilerinin temellerini attıkları özel "zaman pencereleri" vardı. Bu, "zaman pencereleri"nde alınan bilginin niceliği ve niteliği, beyindeki sinirsel yapıların birbiriyle bağlanma yoğunluğunu ve işlevlerini belirliyor; farklı beyin bölgeleri arasında, gelecek yaşamda kullanabileceği "bilgi yolları" oluşturuyor. Yani, hareket, görme, müzik, konuşma ve duygusal alanlardaki beceriler, bu dönemlerde daha çabuk gelişiyor.

Frankfurt'ta, beyin üstünde araştırmaların yapıldığı Max-Planck Enstitüsü'nden Wolf Singer, bu pencerelerin, yaş gününe eklenen her mum sayısıyla birlikte yavaş yavaş tekrar kapandığını belirtiyor. Sinir hücreleri bağlanma işlemini doğru zaman diliminde başaramadığı takdirde, bir daha geriye dönüş mümkün olmuyor. Bu bulgulardan yola çıkan bilim adamları ve pedagoglar, anaokulu ve okullarda sunulması gereken eğitimin özel biçimde planlanması gerektiğini belirtiyorlar.
"Zaman pencereleri" en iyi nasıl değerlendirilebilir? Çocuk ikinci bir dili en kolay ne zaman öğrenebilir? Müzik, görsel-uzamsal ve mantıksal zekânın gelişimi konusunda nasıl bir rol oynuyor?

Leipzig'de nöropsikoloji konusunda araştırmaların yapıldığı Max-Planck Enstitüsü müdürü Angela Friederici, çocuğun oynayarak öğrenmesinden yana. Çocuğa çok sayıda uyarıcı sağlamak ve bu uyarıcılarla neler yapabileceğini gözlemlemek gerektiğini düşünüyor. Okul öncesi dönemde, bazı çocuk kelime çözümlemekten zevk alırken, bazısı da okumayı ve müziği tercih ediyor. Uzmanlar, ailedeki "bilgi içinde boğulur mu?" korkusunun da yersiz olduğunu söylüyorlar. Çünkü, çocuk beyninin bilgiyi işleme sistemi, ancak o an kullanabileceği kadar bilgiyi kabul ediyor.

 

Dünyaya geldiğimizde, beynimizdeki sinirsel ağların temel yapısı şekillenmiş oluyor. Genler, beynimizin yalnızca "mimari"sini belirliyor. Yani, yeni doğanda beyin; kalp atışı, nefes alma, vücut sıcaklığı ve basit tepkiler gibi, ancak yaşamın devamı için gerekli temel işlevleri yerine getirebilecek bir kapasiteye sahip. Sinir hücreleri, doğumdan sonra yoğun bir şekilde bağlar oluşturmaya başlıyor. Beynin, organizma içinde başlayan bu gelişimi, çevresel uyarılar ve yaşanan deneyimlere bağlı olarak şekilleniyor. Nöronlar, duyumsal girdilerle, yani işitsel, görsel ve dokunmaya ait uyarılarla şekillenmeye ve aralarında bağlar oluşturmaya başlıyor.
Beynin, genetik olarak belirlenen ve çevresel uyarılara bağlı olarak şekillenen bu gelişimi, güçlü bir ayıklanma sürecini de beraberinde getiriyor.

Sinir hücreleri arasında fazladan oluşturulan bağlar, belirli bir zaman dilimi içinde kullanılmadığı takdirde köreliyor. Buna karşın, duyumsal uyarılarla harekete geçirilen sinir hücreleri, çok sayıda ve daha kalıcı bağlar oluşturuyor. Başka sinir hücrelerinin uzantılarını kendine çekerek yeni bağlar kurmaya çalışan hücrelere, bu karmaşık süreçte çok sayıda kimyasal madde yardımcı oluyor. Sinir hücresi, doğru hedef hücreye ulaşırsa hayatta kalabiliyor. 

Nöroloji uzmanları, zaman penceresi teorisinin, yani özel öğrenme süreçlerinin, başka yetenekler için de geçerli olduğunu düşünüyorlar. Boston'daki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde "kavrama" konusunda çalışmalar yapan Steven Pinker, "Konuşma İçgüdüsü" adlı kitabında "Konuşma doğanın bir mucizesi" diyor. Ayrıca insanların konuşmayı, örümceklerin ağ örmeyi öğrendikleri gibi öğrendiklerini belirtiyor: Daha doğmadan önce, ailelerinin seslerini dinliyorlar; sonra bu sesleri taklit ediyorlar ve bilinçsiz bir şekilde anadilin bütün yazım kurallarına hakim oluyorlar.

 

Beynin konuşma merkezi, çevreden sunulan uyarı motiflerine her geçen gün biraz daha uyum sağlıyor. Washington Üniversitesi'nden araştırmacı Patricia Kuhl, çocukların anadillerinde anlamı olmayan sesleri algılamayı 12 aylıkken bıraktıklarını belirtiyor. Beyin, akustik girdiler doğrultusunda bir dile karar veriyor. Ortalama olarak 1 yaşından sonra, çıkarılan gelişigüzel seslerin yerini gelecekteki anadilin sesleri ve ritmi alıyor.

İki dil konuşulan bir ailede yetişen çocuk, beyin, sinirsel bağlantılar oluşturulurken bir anadil seçimi yapmadığı için, ikisini de aynı yetkinlikte konuşabiliyor. Ancak, konuşma eyleminin kavrandığı zaman penceresi uzun süre açık kalmıyor. Sözdizimine ilişkin yapılanmanın gerçekleştiği bu otomatik sürecin temellerinin 4. yaşa kadar atıldığı sanılıyor. Daha sonra da başka diller öğrenilebiliyor; ancak, verim daha düşük kalıyor. 10 ya da 11. yaştan itibaren ikinci bir dili anadil kadar iyi konuşmak zorlaşıyor.

Gordon Shaw, klasik müziğin, mantıksal düşünmeyi gerçekleştiren sinir ağlarının oluşumunu güçlendirdiğini düşünüyor. Münster Üniversitesi araştırmacıları ve Konstanz'lı psikologlar, ortak bir çalışmayla, beyindeki sözlü müzik yeteneğinden sorumlu bölümü ortaya çıkardılar. 12 yaşından önce keman ya da gitar çalmayı öğrenenlerin, büyük beyin kabuğunda karakteristik değişimler belirlemişlerdi: Kas, deri ve eklemlerden gelen uyarıların yorumlandığı beyin bölgesinde, el parmaklarının hareketinden sorumlu sinir hücrelerinin sayısında, daha sonraki yaşlarda öğrenenlere oranla belirgin bir fazlalık saptamışlardı. Bu nedenle, çocukluğunda bu çalgı aletleriyle tanışanlar, uzun aralardan sonra bile oldukça iyi çalabiliyorlardı.

Motor hareketlerden sorumlu sinir ağlarının oluşumu, anne karnındaki 7. haftadan itibaren başlıyor. Ama nöronal matriks, çevresel uyarıların etkisiyle, ancak 2. yaşın sonuna doğru sağlamlaşıyor. Bu yaştan sonra beyin, çayırların üstünde takla atmak ya da duvar üstünde dengeyi sağlamak gibi zor hareketlerin akışını denetleyebiliyor. Muhallebi dolu bir kaşığı ağza götürmek ya da oyun tahtalarını üst üste dizmek gibi özel hedefe yönelik hareketlerden motorsal beyin kabuğu sorumlu.

Bir hastalık ya da engel nedeniyle 4 yaşına kadar motor hareketlerden sorumlu sinir ağlarını oluşturamayan çocukların, gelecekte bunu telafi etmesi mümkün olmuyor. Böyle bir çocuk, kıvrak ve güvenli bir şekilde hareket etmeyi asla öğrenemiyor.
Duygusal yaşamımızdan sorumlu sinirsel ağların ise, anne karnındayken oluştuğu düşünülüyor. Duygularımızı denetleyen beyin bölgesi de işitme, görme, motor hareketler ya da bellekten sorumlu beyin kabuğu gibi, deneyimlere dayalı bir olgunlaşma sürecine tabi. Her okşama ve teselli, ama öte yandan da soğuk tavır ve dışlama hareketi, çevresel sistemdeki söz konusu bağları iyice yoğunlaştırıyor.

Beynimiz, ilerleyen yaşlara kadar şekillendirilebilme ve öğrenme özelliğini koruyor; üstelik, bilim adamlarının şimdiye kadar tahmin ettiklerinden daha da uzun bir süre... Bir çocuğun beyninde etkin olan sinyal molekülleri ve ileti maddeleri, yetişkinlerin zihinsel sağlığını da koruyorlar. Örneğin, bir yetişkinde felç nedeniyle sinir hücreleri zarar gördüğü takdirde, komşu hücreler onların görevlerini de üstleniyorlar ve yeniden organize oluyorlar. Ancak, bir yetişkin, çocuk kadar rahat ve çabuk öğrenemiyor. Hassas pencere kapandıktan sonra ufku genişletmek için, biraz daha çaba harcamak ve motivasyona sahip olmak gerekiyor.
Her gelişim sürecinde çocuk, o sürece özgü yaşadığı öğrenme açlığını bastıracak uyarıları merakla arıyor. Yüksek yeteneğe sahip çocuklar, daha 3 yaşında okuma-yazma öğrenebilmek için hiçbir şey bulamadıkları takdirde telefon defterlerini karıştırıyorlar. Jimnastik alanında yetenekli bir çocuk, ebeveyninin yüreğini ağzına getirme pahasına, akrobatik hareketlerden duyduğu zevki doyurmaya çalışıyor.

Boris Becker ve Steffi Graf gibi, neredeyse emeklemeyi bırakır bırakmaz tenis sahasına çıkan yüzyılımızın dahileri, motor harekete dayalı yetenekleri için tam doğru zamanda çalışmaya başlamışlar. Daha sonra başlayanların hiçbiri, bütün çabalara rağmen, bu gelişmeyi yakalayamıyor. Bilim adamları araştırmalarında, ünlü bestecilerden çoğunun müzikle çok küçük yaşlarda yoğun olarak ilgilendiklerini saptadılar. "Dahiler", hem kalıtsal yeteneğe hem de bu yeteneklerini küçük yaşta geliştirme olanağına sahip şanslı çocuklardı...
Öte yandan, yarının büyüklerini yetiştiren ana babaların unutmaması gereken çok önemli noktalardan birisi de "sabırlı ve akılcı davranmak". Çünkü onlar, henüz "yaşama sanatı"nın çırakları... Beyinleri de, ne verirsek alacak kadar saf ve temiz..

 

KAYNAKÇA

 

Ayhan Aydın – Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi- Alfa Şubat 2003

Binnur Yeşilyaprak – Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi – Pegem Eylül 2004

 

Doğan Cüceloğlu – İnsan ve Davranışı - Remzi Haziran 2004

 

Schultz/ schultz – Modern Psikoloji Tarihi – Kamüs Haziran 2004

 

Nuray Senemoğlu – Gelişim Öğrenme ve Öğretim - Gazi – Ekim 2004

Nossrat Peseschhian – Doğu Hikayeleriyle Psikpoterapi – Beyaz Şubat 1998

 

Oğuz Tanrıdağı- med.ege.edu.tr/norbil/2000 (GATA Haydarpaşa Eğitim HastanesiNöroloji Servisi)

 

Yorumlar

Yorum Bırakın