ÇOCUK, YETİŞKİN VE YAŞLILARDA İNTİHAR
İNTİHARIN TANIMI
Tarihsel sürece baktığımızda, insanla ilgili bilimlerin çok eski bir geçmişi olmadıklarını görürüz. İnsan, düşünen bir varlık niteliğini kazandığından bu yana kendiyle ilgili birçok soruya yanıt aramaya başlamıştır. Fakat, bunu sistemli bir biçimde ele alışı ancak günümüze yakın tarihlerde gerçekleşmiştir.
Bunun yanında, insanın bir anlam veremediği, anormal olarak değerlendirdiği insanın kendi canına kıyması eylemi o derece karmaşık ve acı verici bir olaydır. Bundan dolayı intiharın herkes tarafından kabul edilebilir bir tanımını yapmak da son derece güçtür. Çünkü, intihar olgusu ile ilgili bir konuyu açıklayabilmek için sağlam temellere dayanan bir tanım gerekmektedir.
Suicide (intihar) kavramının ortaya çıkışı oldukça yeni sayılır. Latin kökenli kelimelerden oluşmasına rağmen, Latince değildir. İngilizce’de suicide olarak ilk kullanım tarihi 1662’dir.
Ortaçağda Latince’de sui homicido ya da sui ipisus homicidum deyimleri kullanılırdı. İntihar kavramı dilimize Tanzimat döneminde girmiştir. Bu dönemde Türkçe’ye çevrilen eserlerde kendini katletmenin yerine intihar kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Bu kelime Arapça’da kurban anlamına gelen nahr kelimesinden meydana gelmiştir. Günümüzde bazı eserlerde ise intihar yerine öz-kıyım ya da öze-kıyım gibi kavramlar kullanılmaya başlanmıştır.
İntihar olgusu ile doğrudan veya dolaylı olarak ilgilenen herkes, kendi bakış açısından hareket ederek bir tanım yapmaya çalışmıştır. Yani konuyla ilgilenen kişi sayısı kadar çeşitli intihar tanımları vardır. Fakat bu tanımların çoğu, dikkatlice bakıldığında, ya dar kapsamlı ya da tanım olamayacak kadar geniştir.
Genel geçerliliği olabilecek bir tanıma ulaşabilmek için, olgunun çeşitli niteliklerine anlam kazandıracak noktalara temas etmek gerekir. Bu nedenle geçmişte yapılan tanımları inceleyerek ve bunların eksikliklerini vurgulayarak bir tanıma ulaşmak mümkündür.
Belçikalı bir astronom ve istatistikçi olan L. A. Quetelet, topladığı istatistiksel bulgulardaki sonuçlara bakarak, intiharı değişmez bir fenomen olarak, insan istem ve iradesi ile ilgili olmayan, adeta insanlığın ödemek zorunda olduğu bir borç olarak ele alır. Konuya bu şekilde soyut olarak yaklaşılırsa, felsefi anlamda bu tanımın doğruluğu savunulabilir. Çünkü intiharın nedenleri bütünü ile ortaya konulmazsa, sayıları gün geçtikçe hızla artan kurbanların bu borcu ödemeye devam edecekleri kaçınılmaz bir gerçektir. Fakat, Quetelet’in yaptığı gibi, istatistiksel sonuçlardan böylesi yargılara ulaşmak bilimin uğraş alanı dışında kalır. Bu nedenle yukarıdaki gibi bir tanımda insanla ilgili bir konu olan intihar tanımlamasında insan öğesinin tanım dışı bırakılması, tanımın geçersizliğini ortaya koymaktadır.
İntiharı tanımlarken en temel öğe olan insanı ele almak gereklidir. Fakat insan öğesini dikkate alan her tanımlama da doğrudur demek anlamına gelmez bu. Belirli bir bakış açısından yapılan tanımlar, o yaklaşımın temelinde yatan anlayışı sergiler.
Altavilla’nın “intihar, kendini isteyerek öldürmektir” tanımını Faruk Erem de kabul etmiştir. Bu tanıma göre içki, sigara, uyuşturucu madde vb. kullanan kişi de intihar etmiş sayılmaktadır. Fakat bu gibi maddeleri kullananların hemen hepsinin intihar etmek gibi bir niyetlerinin olmaması tanımın eksik olduğunu göstermektedir.
Malapert ise; “intihar hemen daima egoizmin ürünüdür” demektedir. Bu görüş oldukça fazla taraftar toplamasına rağmen, tanım olmaktan uzak ve eleştiriye açıktır. Kimi intihar olayının temelinde vatan sevgisi, ideoloji, başkasının durumuna üzülme gibi nedenler yatmaktadır.
“Bir kimsenin yakın ve kaçınılmaz olan veya öyle zannedilen bir acıyı (şerefsiz bir durum, mahkumiyet, sefalet, çok sevilen bir kişiyi kaybetme vb.) bertaraf etmek niyetiyle hayatına son vermesi intihardır” tanımı ise Ferri’ye aittir.
Kriminoloji alanının uzmanları olan bu kişiler intihar olgusuna suç kavramı açısından yaklaşan düşünürlerdir. Fakat intihar ne sadece egoizmin ürünü ne de sadece yaklaşan bir acıdan kurtulmaktır. Çünkü, ölümün kendisi acı ve korku veren bir olaydır.
- G. Masaryk ise intiharı tanımlamadan önce doğal ve doğal olmayan ölüm ayrımını yapar. Kişinin organizmasının herhangi bir nedenle fonksiyon göremediği durumda yaşamı ölümle noktalanır, ki bu doğal ölümdür. Savaş, cinayet, kürtaj, kaza ve intihar ise doğal olmayan ölümlerdir.
Masaryk’a göre geniş anlamda intihar hayatın tehlikelerine karşı gerek pozitif ve gerek bir katılma veya negatif ve pasif bir tutumla kişinin hayatına kasıtsız bir müdahalesi sonucu ortaya çıkan anormal tip ölümlerdir. Dar anlamda intihar ise kişinin kasıtlı olarak hayatına son vermesidir. Masaryk’a göre intiharda ölümün hemen gerçekleşmesi gerekmez; kişi ölümü yavaş yavaş da arayabilir. Ayrıca, davranışa aktif olarak da katılmayabilir. Günümüz modern toplumlarında intiharın daha yaygın olduğunu savunan Masaryk’a göre, temizlik ve sağlık şartlarına gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanan birçok ölüm de geniş anlamda intihardır.
Littre’ye göre; “intihar kendisini öldüren insanın eylemidir.” Bu tanıma göreyse, kaza ile zehir içen bir kişinin ölümünü de intihar olarak değerlendirmek gerekir.
İntihar konusunda uzmanlığı tartışılmaz kişilerden biri olan Durkheim ise Littre’nin tanımını eleştirerek belirli sınırlar çizer. Durkheim’a göre; “intihar, bir insanın, doğuracağı sonucu bilerek olumlu veya olumsuz bir eylemle doğrudan veya dolaylı olarak kendini ölüme sürüklemesidir.” Böylece kaza sonucu olan ölümler tanım dışı bırakılmıştır.
Durkheim da, Masaryk gibi, aktif bir eylemin intiharla sonuçlanması yanında, pasif ve dolaylı bazı eylemlerle de aynı sonuca ulaşılabileceğini vurgulamaktadır. Örneğin, din korkusu ile intihar edemeyen kişiler, ölüm cezası verilen bir davranışta bulunarak da aynı sonuca ulaşabilirler.
Halbwachs, Durkheim’in tanımını geniş bulur. Çünkü, Durkheim tanımında intihar edenin ölüm niyetinden, ölüm kararından söz etmez. Halbwachs, onun tanımına “fedakârlık olmayan” ve “kasıtlı ölüm” kaydını koyar ve intiharı şöyle tanımlar: “Kendisini öldürmek niyetiyle olay kurbanı tarafından yapılan bir aksiyonun sonucu olan her tür ölüm intihardır”.
Durkheim’ın tanımı aynı şekilde Delmas tarafından da geniş bulunmuştur. Delmas’a göre, o halde tehlikeli işlere atılan kişileri de intihara kalkışmış saymamız gerekir. Gözü pek cambazların, kendi üzerinde deney yapan doktorların, tehlikeli inişler yapan pilotların az veya çok muhakkak bir yoldan ölüme götürecek davranışta bulundukları sık sık görülür. Ancak bunları intihar olarak isimlendiremeyiz. Delmas, tanımında kişinin aklı başında olduğunu ve ölümle yaşamak arasında tam ve iradeli bir seçme yaptığını belirtir. Delmas’a göre “intihar, aklı başında bir insanın yaşamakla ölmek arasında bir seçme yapabileceği halde, her türlü ahlak baskısı dışında ölümü seçip kendini öldürmesidir”.
Daha sonra Dynes, Clarke, Dinitz gibi araştırmacılarla birlikte, intihar tanımında saldırganlık kavramını görmekteyiz. Bu araştırmacılar intiharı kişinin saldırganlığını kendine yöneltmesi sonucu meydana gelen bir olay olarak ele almışlardır.
Psikoloji alanında söz sahibi olan Sigmund Freud saldırganlık kavramını daha detaylı olarak incelemiştir. Teorilerini bu kavram üzerinde yoğunlaştıran Freud, “intiharı önceleri özdeştirilmiş bir sevgi nesnesine yöneltilmiş saldırganlık neticesi meydana gelen bir depresyonun sonucu olarak yorumlamış; daha sonraları ise ölüm içgüdüsünün etkinlik kazanarak kişinin kendi üzerine çevrilmesi olarak tanımlamıştır.”
Schilder, Freud’un tanımını eksik bularak şöyle bir tanım yapar: “İntihar, bir diğer insana yöneltilmek istenen kızgınlığın kişinin kendi üzerine çevrilmesinin yanı sıra, sevgisini esirgeyen bir insanı cezalandırma veya onunla bir tür barış yapma isteğinin ve de aynı zamanda, baş edilemeyen güçlüklerden kaçışın anlatımıdır.”
Freud ve Schilder’in tanımlarını belli ölçüde kabul eden Bernfeld, saldırganlığın kişinin kendine yönelmesini ele alarak daha katı bir tanım yapar. Bernfeld’e göre, intihar eden kişi gerçekte başka birini öldürmek ister. Bu eylemi kendisine yöneltmesi için karşısındaki o kişiyi güçlü bir biçimde özdeştirmiş olması gerekir. Ancak o zaman kişi, önceleri sevdiği ve sonradan nefret ettiği bu ikinci kişiyi de kendi ölümü ile ortadan kaldıracağına inanır. Ayrıca, öldürme isteğinden ötürü duyduğu suçluluğun karşılığını da ödemiş olur.
Bu tanımların da gösterdiği gibi, psikoloji alanındaki bilim adamları intiharın içsel faktörlerinde odaklaşmış görüşleri benimsemektedirler. Oysa, sadece içsel faktörlerin ele alındığı, toplumsal faktörlere hiç değinmeyen bir tanım, toplumsal bir varlık olan insanın intihar eylemini açıklayabilmekten uzak olacaktır.
Değişik bir tanım ise Richman tarafından yapılmıştır. Richman’a göre, intihar bir iletişimdir; yardım için ağlamaktır, başkalarından yardım istemektir; tehdit veya intikam metodudur, pişmanlık ve bir itiraftır. İntihar anlamında kullanılan iletişim sözlü veya sözsüz olsun, dolaylı veya dolaysız bir mesajdır. Yapılan birçok araştırmanın ortak sonucuna göre, intihar edenlerin büyük bir çoğunluğu (% 75’i) bu niyetlerini eylemlerinden çok az bir zaman önce birçok şahsa tekrar tekrar anlatmışlardır. Bu sonuçlar Richman’ı destekler görünmektedir. Fakat getirdiği tanım birçok yönden eksik ve hatta tanım olmaktan bile uzaktır.
Yukarıdaki tanımların hemen hepsinde, insanın ölmek istemek niyetiyle kasten bu eyleme girişmesinin intihar olmak kabul edilmesine karşılık, insanın başkası için böyle bir eyleme girişmesinin gerçekten intihar olarak kabul edilip edilemiyeceği üzerinde bir anlaşma sağlanamamıştır. Örneğin; bazı bilim adamları, Hindistan’ın bazı yörelerinde uygulanmakta olan “suttee” (Kocası ölen kadının, kocasının cenaze töreninde kocasının cesedi ile beraber kendini yakması)nin gerçek bir intihar olarak ele alınamayacağını savunurken, bazıları bunun da intihar olduğunu, böyle ele alınması gerektiğini savunmaktadırlar.
Suttee ve benzeri eylemleri intihar olarak ele almak gereklidir. Çünkü, her toplumun kendine özgü değerlerini, normlarını ele alırsak görürüz ki, bu değerler ve normlar bireyi öylesine sarmıştır ki, birey bunu kabullenmiştir. Suttee yapan bir kadın, kocası ölünce kendinin de ölmesi gerektiğine öylesine inandırılmıştır ki, belki de yaşaması gerektiğini hiç düşünmemiştir ve ölüme isteyerek atılabilmektedir.
Hangi tür eylemlerin intihar olarak ele alınabileceği konusunda bazı kriterleri şöylece sıralayabiliriz:
1) Kişinin akli dengesinin yerinde olması gereklidir. Böylece kaza, bunama, akli dengesizlik sonucu kişilerin kendilerini öldürmelerini intihar olarak değerlendiremeyiz.
2) Kişi doğrudan veya dolaylı olarak ölümü istemelidir. Bu istek kişisel menfaatler sonucu olabileceği gibi, ahlâki değer yargıları sonucu da olabilir. Burada, toplumun kuralları dikkate alınmalıdır. Örneğin; bir Japon kamikazesi ölmeyi kişisel olarak düşünmediği halde, kendi ölümü ile ülkesinin savaşı kazanacağına inandığı için düşmanın üzerine uçağı ile pike yaparak ölmektedir. Burada birey yüce bir amaç için kendi ölümünü isteyerek kabüllenmiştir.
3) İntihar için seçilen yöntem doğrudan ve ani olabileceği gibi, dolaylı ve uzun zaman sonucunda da gerçekleşebilir.
Bu noktaları dikkate alarak diyebiliriz ki, intihar, aklı başında bir bireyin, toplumsal değerlerin desteklediği veya karşısında olduğu bir eylemle doğrudan veya dolaylı olarak kendi yaşamına isteyerek son vermesidir.
ÇOCUK İNTİHARLARI
İntihar olgusu incelenirken en ilginç ve en üzücü olanı hiç şüphesiz çocuk intiharlarıdır. Henüz bedensel gelişimlerini tamamlamamış, kişilikleri gelişmemiş, hayatın çeşitli zevklerini alamamış bu küçük insanların daha bu yaşta niçin intihar ettiklerine geçmeden önce, çocuklarda ölüm kavramının nasıl ve ne zaman geliştiğini inceleyelim.
Çocukluğun ilk yıllarında ölüm, görünmezle eşanlamlıdır. İlk yaşın sonlarında bebek annesinin yanında olmayışıyla onun var olmadığını düşünür. Daha sonraki yaşlardaysa çocuk tamamen yalnız olmadığını ve bu gücünü kontrol edebileceğini öğrenir. 2-4 yaşları arasında çocuk bazı fantaziler geliştirir. 6 yaşına kadar süren bu fantaziler; sevilen bir kişiye karşı duyulan ölüm isteklerdir. Bu tür fantazileri arttığı zaman, çocuk bu düşüncesinden dolayı utanır ve suçluluk duygusu uyanır. Çünkü başkasının ölümünü istemek, kendi ölümünü düşünmekten daha korkunçtur.
Çocukluk döneminin sonuna kadar ölüm kavramı tam olarak gelişmez; çocuk, ölümün sadece büyüklere özgü olduğunu düşünür. Çevresel güçlüklere tepki verirken, ciddi olarak kendini öldürmeyi düşünmek onun yapısına aykırıdır. Burada fantazileri ve gündüz rüyaları da yardımına koşar. Bunlar yoluyla intihar düşüncesi pek akıllarına gelmez.
Çocuk yavaş yavaş büyüyerek yaşamın edilgenliğinden, oyunun etkinliğine geçerken (psikologlara göre) hoşa gitmeyen yaşantısını oyun arkadaşlarından birine aktarır ve böylece yerine geçen biri aracılığıyla kendinden öcünü alır.
Yapılan araştırmalara göre, çocukların hemen hepsinde geçici intihar eğilimleri vardır. Çocuklar, ölümlerinin diğerleri üzerinde yaratacağı etkinin düşüncesinden zevk almalarına rağmen, onunda uygulamayı reddederler.
Çocuklarda evden kaçma olaylarına sık sık rastlanır. Yapılan araştırmalarla evden kaçma ve intihara aynı dinamiklere sahip oldukları saptanmıştır. Çocuk evden uzaklaşarak sorunlarından kurtulacağını düşünür. Sevdiklerinin yanında olmamak, onların ölü olmalarıyla aynı sonuca varır. Ancak ağır korku ve sıkıntı dolu bir yaşam çocuğun kaçma dışında kendisine zarar verme düşüncesi için bir ortam hazırlayabilir.
Ölüm hakkındaki düşünceler çocuklarda genellikle 10 yaşından sonra oluşur. Bu nedenle 10 yaşın altındakilerde intihar olaylarına pek rastlanmaz. 10 yaşındakilerden büyük olanlarda bile intihar oranları oldukça düşüktür. Fakat, buna rağmen intihar girişimleri gerçek intiharlardan kat kat fazladır. Bu oransal farklılığın başlıca nedeni seçilen yöntemin ölümcül olmaması yanısıra, iki davranışın –daha öncede belirtildiği gibi- farklı dinamiklere sahip olmasıdır. “Dorpat’ın bir araştırmasına göre, gerçek intihar grubunda dağılmış aile etkeninin oluşması büyük bir oranda ana-baba ölümüne bağlıdır. İntihar girişimlerinde ise ana-baba boşanması yüksek oranda bulunmaktadır.”
İntihar girişimi ile çocuk ailesindeki sorunları halletmeyi amaçlar. Bu tür bir tepkiyle ebeveynlerini korkutarak dağılan aile birliğini eski durumuna getireceğini düşünür; bunda oldukçada başarılıdır. Çünkü dağılmış ailelerin birçoğu çocukları için tekrar bir araya gelirler.
Gerçek intiharlarda ise, ana-babadan birinin kaybı ve ona kavuşmak isteği çocuğu ölüme sürükleyebilir. Bunun yanısıra başkasına yönelik öfkenin suçluluk ve utanç duygusuyla içe alınması sonucu ortaya çıkan bunalımla da çocuk intihar edebilir.
Çocuk intiharlarının sayısal olarak az olduğunu belirtmemize rağmen, bu intiharların yaklaşık % 75’i erkek çocuklar tarafından gerçekleştirilir. Girişimlerdeyse kız çocuklar çoğunluğu oluşturur. Kız çocuklar edilgen olmaya daha çok zorlandıkları için, bir şeyi elde etme amacıyla girişimlerde daha çok bulunurken, erkek çocuklar otoriteye karşı gelme, nefret, saldırganlığın kendine yöneltilmesi sonucu ölmeyi daha çok istemektedirler.
Başkalarını yönetme, sevgi ve etkinlik kazanma, sevdiği insanları cezalandırma çocukları intihara sürükleyen nedenler arasında sayılabilir. Çocuk daha önce, “beni kaybedince çok üzüleceksiniz” vb. uyarılarda bulunmuş, fakat gerekli ilgiyi yine de bulamamıştır; başvurulacak son çare ise intihar olabilmektedir. Ailede meydana gelen intihar olayları da çocuğu bazen cezbedebilir. Çocuklukta bu eğilim otaya çıkmasa bile, ilerde bazen kendini gösterebilir. Burada önemli olan, eğilimin çocuklukta ortaya çıkmasıdır.
Sonuç olarak çocuk intiharlarında en önemli etkenin aile olduğunu söyleyebiliriz. Boşanma veya ölüm sonucu ailenin parçalanmasıyla çocuk, en çok ihtıyaç duyduğu savgiden yoksun kalmaktadır. Ayrıca, aşırı ya da az ilgi göstermek de çocuk bu tür bir davranışa yönelebilir. Şunu da belirtmek gerekir ki, çocuğun sosyalleşmesine çalışan aile bireylerinin yapması gereken en önemli şeylerden birisi de, yaşam ve ölüm hakkında az da olsa tatminkâr edici bazı bilgileri vermeleridir.
Hemen her ülkede çocuk intiharları toplam intihar oranlarının % 10’unu geçmemektedir. Bunların çok büyük bir kısmı da 9-10 yaşından büyük olanlar tarafından gerçekleştirilmektedir.
YETİŞKİN İNTİHARLARI
Günümüzde, özellikle psikolojideki görüşlerin etkisiyle, insanın çocukluk ve gençlik döneminin tüm geleceğini şekillendirdiği gibi yaygın olan bir inanç tüm dikkatleri bu dönemlere çekmiş ve bundan dolayı yetişkinlik dönemi adeta ihmal edilmiştir.
Yetişkin bir insanın çevresindeki koşulları dikkate almadan, sadece çocukluk ve gençlik dönemlerini ele alarak sorunlarına yaklaşmak bizi kaderciliğe götürür. Bu durumda devamlı bir önceki kuşakları sorumlu tutmamız gerekir.
Inişli-çıkışlı dönemler geçirerek yetişkinlik dönemine giren bir kişide bir durağanlık gözlenir. Kişi artık belli ölçüde kim olduğunu öğrenmiş ve belirli bir yöne yönelmiştir. Her iki cinsiyette de bu dönemde intihar girişimi ve gerçek intiharlarda bir azalma olması bunu göstermektir. Fakat oranlardaki azalmalar bu dönemde sorunların bittiği ya da azaldığı anlamına gelmez. Toplumsal ve teknolojik değişmeler yetişkin insanların yaşamını da önemli ölçüde etkilemektedir. Geleneksel geniş ailenin yıkılarak çekirdek ailenin kurulması, çalışma koşullarının değişmesi, ekonomik güçlükler yetişkin insanın karşılaştığı güçlükler arasında ön sıralarda gelmektedir.
Özcan Köknel’in deyimiyle “Çağdaş insan yalnızdır”. Bu yalnızlık onu kendisine yabancılaştırır, böylece topluma da yabancı hale gelir. Endüstriel makineler yanında sosyal makineler de insana devamlı yeni biçimler vermektedir. Bunun sonucu olarak insan, kendini bir dişli çarktan farklı görememektedir.
Yapılan bir araştırmaya göre, genç yetişkinlerin % 80’i bazı zamanlar ölmüş olmayı dilemişlerdir. Çağdaş toplumdaki bir döngü içine girmiş; yalnızlık, yabancılaşma ve toplum içinde kaybolma insan ideallerinin çökmesine neden olmuştur. İnsan, artık kendi ürettiğine yabancı duruma gelmiştir. “İnsan malları değil, mallar insanı satın almaktadır.”
Gençlik döneminde kurduğu hayallerle yetişkinlik döneminde bağımsızlığını elde edeceğine inanarak bu döneme giren bir kişi, sorunlar karşısında kendini yalnız bularak umutsuzluğa düşer. Çağımızın adeta sembolü olan çekirdek aile olgusu bunun başlıca nedenidir diyebiliriz. Çünkü artık yetişkinin yardımcısı olan ebeveynleri yanında değildir.
Sistem içinde kendini yalnız hisseden kişi, bu yalnızlığını bir aile kurarak gidermeyi amaçlar. Çocuk sahibi olmak, aile içinde etkin bir rol oynamak adeta onu tatmin eder; sevgi ihtiyacını ailesinde gidermek ister. Fakat, çocukluğundan beri sevilmediğini, ilgi görmediğini hisseden birey yetişkinlik döneminde de bu duygularını atamaz.
İntihar araştırmalarında şu ortak kanı yaygındır ki, intihara yatkın yetişkinlerin çocukluklarında ekonomik mahrumiyet, ilgisizlik, ana-babanın mutsuz bir evliliği vardır. Gençliklerinden önce ana-babalarını yitiren yetişkinlerin daha fazla intihar ettiği gerçeği ortaya çıkmıştır. Özellikle 5 yaşından önce kaybedenlerde bu oran daha da yüksektir.
Ekonomik sorunlar ya da daha farklı sorunlardan dolayı olan aile-içi geçimsizlikler evlilerde intihar nedenlerinin başında gelebilmektedir. Bunun yanında, yetişkinler arasında en çok intiharlar bekar, dul ve boşanmışlarda görülmektedir. Ailenin intiharı önleyici bir öge olduğu burada da görülmektedir. Aile bağları içinde olmayan yalnız insanlar yaşlandıklarında çok daha fazla zorluklar çekeceklerini düşünürler; yalnızlığın verdiği ruhsal durum sayesindeyse intihara yatkın bir duruma gelirler.
Eğitim görmüş kişiler diğerlerine oranla daha fazla intihar etmektedirler. Çünkü bu yetişkinler çevreleriyle ilişkilerinin boyutlarını daha iyi görebilirler.
Yetişkinlik döneminde, yaşın ilerlemesiyle birlikte, her iki cinsiyette de intihar oranları nispeten artış göstermektedir.
YAŞLI İNTİHARLARI
Yaşlılık öyle bir dönemdir ki, bir yandan gelişim sürdürülürken, diğer yandan gerileme ve yaklaşmakta olan ölüm bulunur.
İkinci çocukluk diye de adlandırılan yaşlılık döneminde, kişide fizyolojik değişmelerin meydana getirdiği psikolojik sorunlar ortaya çıkar. Ergenlikteki değişimi andırır bu tür bir değişim. Ergenlikteki değişimde bir umut olduğu halde; yaşlı kimse artık umudunu da yitirmiştir. Kendisini toplumun genel akışından kopmuş bir varlık olarak düşünür.
Yaşlı için, yaş döneminde meydana gelen fizyolojik değişimlerin ortaya çıkardığı depresyonlar en önemli sorundur. “Bu dönemde intihar fikri ve girişimleri kadar yaygın olan başka bir hastalık yoktur. Özellikle başarısız girişimlerde yineleme olasılığı daha yüksektir.”
Yaşlılıkta insan kendisi ile çatışma halindedir, ya da hayata küsmüş durumdadır ve saldırganlığının hedefi kendisidir. Ümitsizlik, yalnızlık, işe yaramama inancı gibi nedenler yaşlıları kolayca ölüme sürüklemektedir.
Yaşlı insanda bedensel değişimin yarattığı sorunlar yanında, çağdaş toplumla olan etkileşim bozukluğu da olumsuz nedenler durumuna gelmektedir. Geleneksel toplumda sayıları daha az olan yaşlılara belirli bir saygı varken, çağdaş toplum yaşlı insanı genellikle bağımlı, verimsiz, çenesi düşük, unutkan ve hırçın birisi diye tanımlama eğilimindedir. Böylece, faydalı olmak isteyen yaşlı, bu tür tepkilerle karşılaşınca umutsuzluğa kapılarak bunalıma düşmektedir. Genç kuşakların onun iyi niyetini anlayamadıklarını söyler; devrin değiştiğinden şikayet eder. Bunun yanında eşini ya da kendisini anlayan yakınlarının ölümü onda çöküntü yaratır. Gidenin yerine koyarak kimse olmadığı için, yaşlıda yalnızlık ve soyutlama duyguları artar.
İş hayatından kopmuş olan yaşlı insanlarda bu durum daha belirgindir. Emeklilik döneminde bunalıma girmemek için alınabilecek önlemler oldukça azdır. Eski üretkenliğini yitiren yaşlı bir emeklinin toplumda oynaması gereken rolünün belirli bir yapısı yoktur. Emeklilikle birlikte birçok statüsünü kaybetmiştir.
Geçmişte kim olduğunu ve ne yapacağını kendine soran birey, yaşlılığında ise, hayatın anlamını, geçmişte neler yaptığını, bundan sonra neler yapabileceğini düşünür. Bunların cevaplarını bulmak ise pek de kolay olmamaktadır. Ölümün yakın olduğunu bilen kişi, bundan dolayı da korkuya kapılır.
İntihar oranlarının en çok yaşlılık döneminde artış göstermesi yukarıda anlatılanları destekler niteliktedir. Diğer dönemlere oranla, intihar girişimleri bu dönemde bir azalma gösterir. Çünkü kişi gerçekten ölmek istemekte, ölümcül olan yöntemleri tercih ederek bu niyetini gerçekleştirmektedir. Umut dolu yaşamı boyunca kişi aradığı mutluluğu ancak sonsuz dinginlik içinde, yani ölümden sonra, bulacağına inanır.
Psiko-sosyal gelişim dönemleri içinde kısaca değinilen konular, bireylerin intiharında çevrenin önemini orteye koymaktadır. Burada daha çok aile birimini ele alarak inceledik. Diğer toplumsal faktörlerin etkilerini de düşündüğümüzde, sorunun gerçek boyutları daha açık şekilde ortaya çıkacaktır. Ancak bunların incelenmesi başlıca bir tez konusu olacak kadar geniştir.
Bu bölümde ele alınan konular hakkında sonuç olarak şunu belirtmek isterim ki, kişi ve çevre boyutunu birlikte ele almak, psikoloji ve sosyoloji bilim dallarının intiharı açıklama çabalarındaki ayrılıkları belli bir noktada birleştirecek ve asıl önemlisi sosyolojik teorilerin temellerini sağlamlaştıracaktır. Çünkü intihar eden kişinin geçmiş yaşamındaki çevresel faktörler, kişi açısından bugünkü çevresel faktörlerden daha önemli olabilir. Bunu dikkate alan bir sosyolojik açıklama kuşkusuz ki daha gerçekçi olacaktır.
Yorumlar