GESTALT PSİKOLOJİ

 

                                           Anlam üretme:

Biz çevremizde olup biteni anlamlandırmaya eğilimliyiz.

Birçok uyaranla karşılaşıyoruz. Bu uyaranları anlamlandırmaya çalışıyoruz. Uyaranlarla ilişkiye girebilmek için önce algılamamız sonra anlamlandırmamız gerekir.

Uyaran içsel olabileceği gibi bizim dışımızdan kaynaklanıyor da olabilir.

Algılamayı ve anlamlandırmayı biçimlendiren: kişisel tarihçe, kültür, alışılagelmiş anlamlar.

Anlam üretmek için önce algılamak gerekir. Algılamak nasıl olur? Nasıl algılarız?

İnsan düşünen, hisseden, fiziksel (görme, duyma, tad alma, koklama, dokunma)

ve tinsel bir varlıktır. Algılamak için beş duyumuzu kullanırız.

 

                  Algılamanın anlam üretmekteki önemi

Gördüğüme, duyduğuma, okuduğuma, yaşadığıma atfettiğim anlam davranışımı belirliyor.

Ne yapıyorum? Yaşıyorum. Nedir yaşamak? Var olmak?

Görmek, koku almak, tat almak, dokunmak, duymak, hissetmek, bu duyularımızın hepsi zihinsel faaliyet ile anlam kazanıyor. Yaşadıklarımıza isim veriyoruz, tanımlıyoruz, iletilebilir forma sokuyoruz. Sezgilerimizi anlamlandırıyoruz, anlam üretiyoruz.

Bunu nasıl yapıyoruz?

Geçmiş deneyimleri şimdiki yaşantıyı anlamlandırmak için kullanıyoruz ve geleceğe ilişkin de çıkarsamalar yapıyoruz.

Mavi-yeşil beyaz peyniri yediğim 4-5 kere tadını çok beğendim. Bu deneyimi bugün markette alış-veriş yaparken kullanacağım. Tekrar alacağım. Eğer tadını beğenmezsem değiştireceğim. Bu şekilde bir takım davranış kalıpları oluşturuyoruz.

Bu davranış kalıpları benim hem kendimle hem başkaları ile ilişkimi yapılandırıyor.

Her şeyle ilişki içindeyiz: kendimizle, insanlarla, hayvanlarla, eşyalarla, olaylarla. Bu ilişkiler, biz farkında olsak da olmasak da belirli kalıplar içinde oluyor. Bu kalıplar süreç içinde oluşuyor ve bir kere oluştu mu, kişi zorlanmadıkça değiştirilmiyor, alternatiflerine ilişkin açık olunmuyor.

Kendimle ilişkiden başlayalım. Parametreleri ne?

Kendime ilişkin bildiğim (boyum, kilom, sevdiğim yemekler), bilmediğimi bildiğim (proteini kaç dakikada sindirdiğim, tam olarak ne zaman yumurtladığım) ve bilmediğimi bilmediklerim (bilinç altım) vardır.

Çevreyle ilişkide de, çevreye ilişkin bildiğimi bildiğim (coğrafya, tarih, politika), bilmediğimi bildiğim (fizik, kimya) ve bilmediğimi bilmediklerim kapsar.

Kendimle ve çevremle belirli şekillerde iletiştiğim tarzlar vardır.

Bir uyaranla karşılaştığımda, onu ancak bildiklerim ve bilmediğimi bildiğim çerçevesinde algılayabilir anlamlandırabilirim. Takdir edersiniz ki bilmediğimi bilmediğim her zaman bildiğim ve bilmediğimi bildiklerimden daha fazla olacaktır. Ne olduğunu kestiremediğim, ufkum dışında bir uyaranla karşılaştığımda, onu bana tanıdık kılığa sokmaya çalışırım. Neden? Bilindik, tanıdık olan kaygı uyandırmaz, tahmin edilebilir, kontrol edilebilir, baş edilebilir, iletişebilinir.   

Zemimimiz ne? Algımızı nasıl yapılandırıyor?

Algılama davranışı yapılandırır, anlam yükleme şekli.

Algıladığımızı anlamlandırmaya eğilimliyiz.

Anlamlandırmayı biçimlendiren: kişisel tarihçe, kültür, alışılagelmiş anlamlar.

Ne getiriyoruz? Zeminde neler var?

Zemin algılamamı ve davranışlarımı nasıl yapılandırıyor?

Anlam üretirken hatırlanmasında yarar olan olgular:

1)      Neden-sonuç ilişkileri lineer değil daireseldir

2)      Sistem bakış açısı (sistemi oluşturan ögelerden birisinde yaşananlar diğerlerini etkiler. Örn: sindirim sistemimizdeki bozukluk algılamamızı etkiler)

3)      (Whologram) Bir organizmanın en ufak parçası, o organizmanın tümüne ilişkin özelliği içerir. Anlam üretme hiyerarşik değil, herşey herşeyin nedeni olabilir.

Jane, erkek arkadaşının kendisine çok karışmasına (ne giydiğine, yediğine, nereye  kiminle kaçta gittiğine, düşündüklerine, değer yargılarına, umutlarına, vs) rağmen onu çok sevdiği için bırakmak istemediğini söylemektedir. Sizce:

Jane’in bu davranışı nasıl açıklanabilir? (neden-sonuç ilişkisi)

Jane’in bu şekilde davranmasında içinde bulunduğu sistemin payı nedir?

Jane’in bu davranışı, genel davranışlarına ilişkin nasıl bir ip ucu veriyor?

 

                                               Sınırlar

Çevremizde sürekli bir şeyler olmakta, birçok uyaranla karşılaşmaktayız.

Biz çevremizde olup biteni anlamlandırmaya eğilimliyiz.

Bunu yaparken çevremizdekileri parçacıklara ayırıyoruz.

Ben, o, onlar, nesneler (bardak, pencere, tasma) gibi.

Ben ve ben olmayan bilinci, kavramı olmalı.

Ben nerede başlıyorum nerede bitiyorum, yani sınırlarım ne?

Ben ve ben olmayan arasında sınır vardır.

Birşeye anlam yükleyebilmek için en az iki parçacık ve bir olay olmalı.

                                               Temas

İki parçacık bir amaç doğrultusunda temas ederler.

Mesela, ben-radyo –tamir ediyorum; ben sen sevişiyoruz; Tom-Jim atışıyorlar

Kişi bir diğeri ile buluşarak ve kendisini ondan ayrıştırarak var olur.

Buluşma ve ayrışma sınırın iki fonksiyonudur.

Gelişim için bu iki fonksiyon şarttır.

Ben ve ben olmayan arasındaki sınır hem geçirgen hem de katı olmalı. İşime yarayanı yaşam alanıma katacak kadar geçirgen, farklılığımı, bireyselliğimi koruyacak kadar katı.

                                 TEMAS SINIRLARI

Geştalt yaklaşımına göre insan, ihtiyaçlarını gidermek amacı ile çevresi ile temas eder. İhtiyaçların giderilmesi için öncelikle neye ihtiyaç duyulduğunun farkındalığı gerekir.

İnsan, neye ihtiyacı olduğunu ve o anda çevreden bunu nasıl sağlayabileceğini fark ettiğinde sıra, o uyaranla temas etmeye gelmiştir.

Temas ben ile ben olmayan (kişi ve çevre) arasındaki sınırda gerçekleşir.

Kişi ve çevre arasında sınır vardır (ben ve ben olmayan arasında).

Kişi ve çevre (iki parçacık) bir amaç doğrultusunda temas ederler. Mesela ben-radyo, tamir ediyorum; Ahmet-Gülden dans ediyorlar.

Parçalar bir yandan birbirleriyle birleşmeye çalışırken, aynı zamanda farklılıklarını da korumaya çalışırlar. İnsan hem bir diğeri ile buluşarak hem de kendisini ondan ayrıştırarak var olur. Buluşma ve ayrışma sınırın iki işlevidir. Gelişim için bu iki işlev kaçınılmazdır.

Ben ve ben olmayan arasındaki sınır tam geçirgen, yarı geçirgen veya katı olabilir.

İdeali, bu sınırın hem geçirgen hem de katı olmasıdır: işine yarayanı zemine katacak kadar geçirgen; farklılığı, bireyselliği koruyacak kadar katı.

Temas gerçekleştiğinde her iki sınırda da değişiklik olur. Sınırın geçirgenliğinin veya katılığının derecesi temasın türünü belirler.

Ben ve diğeri arasındaki sınır kaybolduğunda (aşırı geçirgen sınır), veya ben ve diğeri arasındaki sınır geçirgenliğini yitirildiğinde (aşırı katı sınır), ben ve diğeri ayırımı, temas ve farkındalık bozulur. Temas sınırının bozulması psikolojik sağlıksızlığa işaret eder.

Üzerinde düşünebileceğiniz sorular:

Gestalt kuramında polarizasyon süreci nasıl tanımlanabilir?

Savaş alanını temas alanına nasıl geçirebiliriz?

Sınırlarımızın çocukluktan gelen ihtiyaçlarla çizildiğinin nasıl farkına varırız?

Düşünce-duygu sınırı katı insanlarla nasıl iletişim kurabiliriz?

Bedenin verileri ne zaman bir probleme tanı olur?

Geçirgen temas alanı ve prensipler (iç değerler) arasındaki bağlantı nasıl olmalı?

Tepki duyduğun özelliğe sahip misin yoksa o sende yok mu?

 

Yorumlar

Yorum Bırakın