İLETİŞİM, EMPATİ ve HİYERARŞİ 

 

Birey, insanlık yolculuğuna toplumu oluşturan kurumların en küçüğü ve en önemlisi olan ailede başlar. Anne, baba ve çocuktan oluşan ilk hiyerarşik yapılanma içerisinde yerini aldığı da söylenebilir. Bireye, yolculuğu için gerekli olan bilgi, beceri ve tutumlar öncelikle aile kurumu içerisinde kazandırılmaya çalışılır. Kazandırılan davranış değişikliklerinin en önemlileri arasında, diğer bireylerle yolculuk sırasında nasıl bir iletişim kuracağının öğretilmesi sayılabilir.

“İlk ağlama” çocuğun, anne ve babasıyla kurmaya çalıştığı ilk iletişim denemesi olarak kabul edilebilir. Ağlamanın nedenlerini çözemeyen anne ve baba, çocuğuyla ilk iletişim çatışmasını ve mutsuzluğunu yaşamaya başlar. Çünkü toplumsal ve bireyler arası ilişkilerde mutluluğun yakalanması, paylaşılması ve anlaşılmasının önemli olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. Çatışmalardan kurtulmanın ve mutluluğu yakalamanın, etkin iletişimle mümkün olacağı görüşü günümüzde artarak değer kazanmaktadır. Mutluluk gerçekten önemli midir? Önemliyse bireylerin performansını ne kadar etkiler? soruları birey, aile ve kurumlar açısından yeni iddia ve yaklaşımları gündeme getirmektedir. Bireyin yaşamında mutluluk önemli bir yer tutmakta ve yaşamını etkilemektedir. Hem ortak deneyimler hem de psikolojik araştırmalar kişisel ilişkilerin önemli bir mutluluk kaynağı olduğunu göstermiştir. Tatminkar ve etkin iletişim yaşayan insanlar, bunu yaşamayanlara oranla daha mutlu ve sağlıklıdırlar. Mutluluğu yakalamış kurumlarda ise verimliliğin arttığı ve bireylerin kendilerini kurumlarının bir parçası olarak gördükleri söylenebilir. “Bilgi üretim ve akışının hem bireyler arası hem de kurumlar arası ilişkileri belirlediği, bilginin kütlesel düzeyde üretilip, tüketildiği” bilgi toplumlarında, ilişkilere bilgi ve etkin iletişimin kaynaklık ettiği gözlenmektedir. Kurum içi bireyler arası ilişkilerde, çalışanların mutluluğu ve bu mutluluğun ürüne (mal-hizmet) tercih edilmemesi, toplam kalite yönetiminin de temel değerlerindendir. Günümüzde hızlı bir değişim yaşanmaktadır. Bireylerin mutluluğu ve kurumların başarısı kendilerini bu değişime adapte etmeleriyle doğru orantılı olarak görülmektedir. Çünkü değişim zaten hızlı veya yavaş devam ediyor ve insanların işlerini en iyi yapma arayışları (toplam kalite) da bu bağlamda sürüyor. Hem değişim hem de işi en iyi yapma arayışları kurumları yenileşmeye taşımaktadır. Kalitenin günümüzde giderek değer kazanması ise kurumları toplam kalite standartlarını araştırmaya ve uygulamaya yöneltmektedir. Bireyler ve kurumlar yenileşme (toplam kalite) arayışlarında “Eylem Çelişkisine” yakalanabilmektedirler. Eylem çelişkisi, yaptığınızı daha iyi yapmak için daha çok çalışmanın başarı getirmeyeceği gerçeğidir. Eylem çelişkisini etkin iletişimle ortadan kaldırarak olumlu sonuçlara ulaşmak mümkün görülmektedir. Bu makalede, kurum içi hiyerarşik yapılanmadan kaynaklanan ve günümüzde artarak devam eden iletişim çatışmaları, “empatik iletişim” eksenli olarak değerlendirilecektir. Bu bağlamda çalışanların mutluluğunun sağlanması ve buna bağlı olarak da verimliliğinin artırılmasının mümkün olup olmayacağı incelenecektir.

A- İLETİŞİM NEDİR VE NASIL GERÇEKLEŞİR ?

Toplum ve kurumları oluşturan bireylerin birbirlerini etkileme çalışmaları, bireylerin mutluluğuna ve verimliliğine atılan adımlardır. Etkileme faaliyetlerini “bireyler arası ilişkiler” olarak adlandırabiliriz. Bireyler arası ilişkiler bağlamında iletişimi kısaca açıklamak gerekirse; “İletişim, bilgi üretme, aktarma ve anlamlandırma süreci” dir. Genel anlamda ise; “Nitelikleri ne olursa olsun, iki sistem arasındaki bilgi alış verişini iletişim” olarak kabul edebiliriz. İletişim, iş ve sosyal ilişkilerde başarıya kaynaklık eder. Fikir ve deneyimlerimizi paylaşmak, ilgilendiğimiz alanları geliştirmek ve insanlara isteklerimizi açıklamak için iletişim beceri ve stratejilerine gereksinim duyarız. Duygu ve içgüdülerimizi açıklamak için dil ve vücut diline dayalı iletişim yöntemleri geliştirmemiz gerekir. Etkin bir iletişim kurulabilirse, bireyler hayatlarını olduğu gibi yaşamak yerine, kendi dünyalarını şekillendirebilirler.

1) İletişim Nasıl Gerçekleşir? Yukarıdaki tanımlar irdelendiğinde iletişimi oluşturan dört temel kavramdan bahsedilebilir. Bu kavramlar sırasıyla; birim (kaynak-hedef), birbiriyle bağlantılı olma, mesaj (bilgi) ve alış-veriştir. Yaşamımızda kurduğumuz iletişimlerden birini örnekleyecek olursak: Ast ağır rahatsızlık geçiren eşini hastaneye götürmek için üstünden izin isteyecektir. Kapıyı çalar, selamını vererek içeriye girer ve “Yarın sabah eşimi doktora götürecem!…” der. Üst izin yerine yargı içeren bu istemi “Zaten sen izini almışsın… Niye soruyorsun ki?” der ve reddeder. Yukarıdaki örneğimizde, “kapsam çatışması” yaşanmış ve ast-üst arasında bireylerin istediği verimlilikte bir iletişim kurulamamıştır. Bu örnek model haline getirildiğinde; ast ile üst arasındaki konuşmada; ast kaynak birimi, üst ise hedef birimi oluşturur. İki birim arasındaki mesajların (izin istemi) gidip gelebileceği bir kanal (alış-veriş) vardır. Bütün bunların bulunduğu iletişim ortamı da bütün kavramlara tek tek tesir eder. Kurulan iletişimi etkileyen faktörler; “öz-imaj, ifade netliği, dinleme becerisi, duyguların yönetimi, öğrenme ve kendini ifade etme” olarak sıralanabilir.

2) İletişimde Anlayabilmek “Bilmek, anlamak ve yaşamak…” eğitimcilerin bireylerde gerçekleştirmek istedikleri davranış değişikliklerinin basamaklarını oluşturmaktadır. İstenilen davranış değişikliğine ulaşmak her basamağın kendi içerisindeki gereklerini de yerine getirmekle sağlanabilir. Bireyin anlamlandıramadığı bilgileri yaşantısında da uygulaması mümkün görülmemektedir. İletişim sürecinin dinlemeyi izleyen aşaması, esasen anlamayı hedefler. Gelen iletiyi (mesajı) anlayabilmek, en genel anlamıyla, konuyu “karşı açıdan” görebilmek demektir. Anlayabilmek, bir olayla ilgili yürütülen farklı düşüncelerin her birinin oturdukları mantıkların kendi içlerinde tutarlı oldukları varsayımını temel alır. Buna göre, düşünceler arasında “doğru-yanlış” veya “haklı-haksız” gibi ayrımlar anlamsızdır. Anlamanın temelinde yatan bu varsayımın anlamlı gördüğü tek şey düşüncelerin birbirlerinden olan farklılıklarıdır. Her düşünce, bir bütünü bir kenarından yakalamış, o kesiti anlamış ve anladığını da tutarlı bir mantık silsilesi ile kendi içinde “doğrulaştırmış” bir açıdır, bir penceredir. İletişimde, bütünü anlamak, ona bakan açıları anlamayı gerektirir. Örneğimizde ast kendi alt kültüründen kaynaklanan bir söylem hatası yapmıştır. Aslında ast “Sayın üstüm eşim kendi başına hastaneye gidemeyecek şekilde rahatsız, yarınki işlerimi arkadaşlarımın da yardımıyla yaptım ve bekleyen herhangi bir işim yok… Hastane işlemlerinde eşime refakat edebilmek için izin istiyorum…” demek istemiştir. Üst söylem hatasından kaynaklanan bilgiyi, eğitimci yönünü de kullanarak “Üstü izin vermeye mecbur bırakacak bir tarzda izin istememelisin… şöyle, şöyle (yukarıda açıklandığı gibi) izin istemeliydin.” demeli; kendisini anladığını, eşinin tedavisi için neler yapabileceğini sormalı ve geçmiş olsun temennisiyle izin vermelidir. Böylece hem astının hatasını düzeltmiş hem de iletişim çatışmasına girmemiş olacaktır. İletişimi anlamlandırmak, iletişim sürecine -alıcı ya da verici olması farketmez- karşımızdakinin gözleriyle bakmakla sağlanabilir.

B- EMPATİ

Gerçek hayattan uyarlanmış bir örnekle empati ve empatik iletişim konularına geçmek yararlı olabilir. Ast koşa koşa üstünün odasına gelir. Heyecandan ve aceleden kapıyı çalmadan odaya girerek isteğini anlatmaya başlar. Üst sert bir ifadeyle; “Niye kapıyı çalmadan içeriye giriyorsun? Görmüyor musun, telefonla konuşuyorum, çık ve daha sonra gel” “bir daha geldiğinde de kapıyı çalmayı ve tekmil vermeyi unutma!” der ve astı odadan çıkarır. Dışarıya çıkarılan ast, üstüne, öğle tatilinde voleybol oynarken yere düşen ve başını taşa vurarak baygınlık geçiren arkadaşının durumunu anlatmak istemektedir. Her ne kadar astın yaptığı kurumsal kurallara uygun değilse de üstünden saygı ve anlayış görmemesi de o oranda uygun değildir. Üst astıyla kuracağı iletişimle hem problemi çözüme kavuşturmalı hem de eğiticilik görevini yerine getirmelidir.

Bireyler arası ilişkileri olumlu ya da olumsuz olarak etkileyen üç etmen üzerinde durulabilir. Bunlardan birincisi, bireyin başkaları ile olan iletişiminde SAYGI ilkesine yer vermesi ve onları kendilerine özgü nitelikleri ile kabul edebilmesidir. İkincisi, bireyin karşısındaki bireyi mümkün olduğu kadar EMPATİK bir anlayışla dinlemesidir. Üçüncüsü, ise bireyin içi-dışı ve özü-sözü bir olmasını ifade eden BAĞDAŞIM ilkesidir. “Empati, bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması” şeklinde tanımlanabilir. Carl Rogers’in 70’li yıllarda ulaştığı empatik anlayış, bugün çoğunluğun üzerinde uzlaştığı bir tanıma dönüşmüştür. Katı bir nitelik taşımayan söz konusu tanım, genel çizgileriyle şöyledir: “Bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumun ona iletilmesi sürecine empati” adı verilir. Empatik bir anlayışla dinleme, bireyin kendi objektifliğini yitirmeden, olayları, karşısındaki bireyin içinde bulunduğu durumu ve onun görüş açısını dikkate alarak dinlemesidir. Bu arada onu eleştirmek ve yargılamaktan kaçınılması önerilir. Bireyleri en çok tedirgin eden şeylerden biri başkaları tarafından eleştirilmektir. Empatik dinlemede birey karşısındakini ne över, ne yargılar ne de suçlar ama onu anlamaya çalışır. Bu anlayış insanların birbirlerine yaklaşmasına ve aralarında gerçeğe dayanan sevginin gelişmesine yol açar.

1) Empatik İletişimin Ögeleri Bireyin karşısındaki bireyle empatik iletişim kurabilmesi için gerekli olan ögeleri şöyle sıralayabiliriz:

a) Empati kuracak kişi, kendisini karşısındakinin yerine koymalı, olaylara onun bakış açısıyla bakmalıdır. Her insan dünyaya, kendine özgü bir bakış tarzıyla bakar. Eğer bir insanı anlamak istiyorsak, dünyaya onun bakış tarzıyla bakmalı, olayları onun gibi algılamaya ve yaşamaya çalışmalıyız. Empati kurmaya çalıştığımız kişinin rolüne kısa bir süre için geçmeli “sanki o kişi imişcesine” düşünmeye ve hissetmeye çalışmalı sonra tekrar kendi yerimize geçmeliyiz. Yani; kısa bir süre karşımızdaki kişinin yerine geçmeliyiz. Üst aceleyle içeriye giren astıyla empatik bir iletişim kursaydı, “Astımı, bu kadar telaşa düşüren bir olay olmalı” diye düşünür. Hemen telefonunu kibarca özür dileyerek kapatır ve astına sebebini sorardı. Olayı dinler, çözümler ve sonra “Herhalde ben de herhangi bir arkadaşımı o durumda görseydim aynı telaş ve korkuyu yaşardım” diye düşünürdü. Üst “sanki o kişi imişcesine” düşünmeden tekrar kendi yerine geçer ve astını görüşmek için yanına çağırırdı.

b) Empati kurmuş sayılmamız için, karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamamız gerekir. Garip gelebilir, fakat çoğumuz iletişimin insandan insana bilgi aktarımıyla ilgili olduğunu genellikle unuturuz. Mesaj alan ve veren bireylerin farklı insanlar olduğu, bu insanların farklı ihtiyaçları, ilgi alanları, amaçları ve hayata farklı bakış açılarının olduğu unutulmamalıdır. Eğer üst, astının davranışlarını kendisini onun yerine koyarak anlamaya çalışsaydı “Onu çok iyi anlıyorum ama bu kadar da telaş olmaz ki… Yaptığı affedilir gibi değil!” diye düşünseydi; konuyu yanlış anlayacağından empatik iletişim de kurulmamış olacaktır.

c) Empati tanımındaki son öge ise, empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anlayışın, karşıdaki kişiye iletilmesi (feed-back) davranışıdır. Karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini tam olarak anlasak bile, eğer anladığımızı ona ifade edemiyorsak empati kurma sürecini tamamlamış sayılmayız. Birinci ögenin sonunda doğru empatik iletişim kuran üstün, görevini yerine getirdikten sonra astını yanına çağırması gerektiğini belirtmiştik. Üst astının davranışlarını doğru olarak anladığını ifade ettikten sonra; “Duygularının baskısı altında kalırsan hareketlerini kontrol edemezsin, bu da seni yanlış davranışlara götürür. Arkadaşın için duyduğun telaş güzel, fakat, odaya girişin ve olayı anlatışın yanlış. Heyecan anında duygularını şöyle şöyle (Bireyden bireye değişir.) kontrol etmelisin” diyerek açıklamada bulunması gerekirdi. Empatik iletişimde hem verici hem de alıcı empatik davranışlar göstermelidir. Diğer bir ifadeyle “İki birim (ast-üst) arasındaki duygu ve düşüncelerin doğru anlamlandırılması, hissedilmesi ve iletilmesini empatik iletişim” olarak ifade edebiliriz.

C- HİYERARŞİ ve EMPATİK İLETİŞİM

1) Hiyerarşi

Hasan dört yaşındadır. İki yaşındaki kardeşi Hüseyin yaramazlık yapınca bir “şaplak” konduruverir ve “Bir daha yaramazlık yapma, büyüklerine karşı saygılı ol” diye ekler. Bunu gören babası Hasan’a bir “şaplak” kondurur ve “Sen kendinden küçükleri dövmeye utanmıyor musun?” diye bağırarak ekler. Hasan “Demek ki ben babamla yaşıtım (!)” diye düşünür. O sırada kapı çalar dede içeriye girer ve sevgili torunun ağladığını ve babası tarafından dövüldüğünü öğrenir ve babaya bir “şaplak” kondurur ve “Sen kendinden küçükleri dövmeye utanmıyor musun?” diye bağırarak ekler. Hasan ve Hüseyin aile kurumu içerisinde “Büyüklerin söylediğini yap, yaptıklarını yapma” söylemiyle karşılaşmışlardır. Gelecekte büyüklerinin izinden gitmeleri beklenen Hasan ve Hüseyin’nin aynı hatayı yapmaları beklenir. Çünkü problemin çözümünde dövmeme ve etkin iletişim yöntemlerini görmemişlerdir. Hasan ve Hüseyin “Büyük deli, küçük deli, beşikteki başını sallıyor...” atasözünü yanlış çıkartmamak için, toplumdaki rolleri yükseldikçe, kendi rollerinden aşağı rollerde ve statüde olan insanlara karşı aynı hiyerarşik yöntemi kullanacaklardır. Yukarıdaki örneğimizle aile içi hiyerarşiyi esprisel bir bakışla sunmaya çalıştık. Kurum içi roller, iş analizlerine göre planlanmaktadır. Sunulan hizmetin kalitesinin artırılması ise; kurumda çalışan her bireyin amaçları arasında sayılmaktadır. Bireylerin üretilen hizmete kolaylıkla ulaşabilmelerini sağlamak için ast-üst ilişkisine dayalı olarak kurumlar yapılanmaktadırlar. “Astlık-üstlük ilişkisi” hiyerarşi olarak tarif edilmektedir. Diğer bir ifadeyle hiyerarşi, kurumun “dikey” olarak yapılanması olarak adlandırılabilir. Ast-üst kavramları kurumun amaçlarını yerine getirirken sadece o kurum içi ilişkiler için geçerli olan kavramlardır. Dikey yapılanmada ast-üst kavramları bir silsile özelliği göstermektedir. Yani; üst olan birey, bir başkasının astı, ast olan birey, bir başkasının üstüdür. Kurum amaçlarını gerçekleştirmek için değişik roller belirlenmiştir. Kurumun amaçları açısından, roller önemli ya da önemsiz olarak ifade edilemez. Her rol önemlidir ve kurum açısından önem taşır. Roller “Devlet Memurları Kanunun”da değişik hizmet sınıfları olarak belirtilmiştir. Kurum içi rollerine göre bireyler, diğer rollerdeki bireylerin ya üstü ya da astı konumundadır. Yüksek Öğretim Kanununda öğretim üyesi ve görevlisi olarak bir ayırım yapılmaktadır. Ayrıca akademik ünvanlar; doktor, yardımcı doçent, doçent ve profesör şeklinde ast ve üst rollere ayrılmıştır. Aynı zamanda roller içerisinde kıdem esasına göre astlar ve üstler de vardır. Bu açıdan ünvanlı-ünvansız her personel birilerinin astı, birilerinin de üstü olduğunu akıllarından çıkarmamalıdır.

2) Hiyerarşi ve Empati

Ast üstünün kapısını çalar, selamını verir ve titizlikle hazırladığı yazıları imzaya sunar. Üst yazıları okuyarak imzalarken, ast saygı ifade eden duruşuyla ayakta beklemektedir. Telefon çalar ve üst telefonla konuşmaya başlar. On dakikalık konuşmanın sonunda yazıları imzalar ve ast selamını vererek odadan çıkar. Ast içeride kaldığı sürece “Üstüm bir üstünün yanında böyle bekletilseydi ne yapardı?” diye düşünür ve rahatsızlığını dolaylı yollardan başkalarıyla paylaşır ve üstüne de hissettirir. Üst astıyla empatik iletişim kursaydı; “Ben üstümle görüşmeye girseydim ve beni yarım saat ayakta bekletseydi ne yapardım?” diye düşünür ve telefondaki kişiye “bir saniye” der ve astını “İstersen burada oturup bekleyebilirsin, istemezsen dışarıda da bekleyebilirsin, telefon görüşmem bittiğinde seni çağırırım” diyerek rahatlattıktan sonra telefon görüşmesine devam ederdi. Kurum içi çalışmalarımızın gereklerini bir ast olarak yerine getirirken; üstlerimizden insan ilişkileri, meslek formasyonu ve ahlaki davranışlar olarak kendimize nasıl davranılmasını bekliyorsak, diğer kurumsal rollerde görevlerini yerine getiren bireylerin üstü olduğumuz düşüncesinden uzaklaşmadan ve “İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır” esprisiyle astlarımızın da bizim üstlerimizden beklediğimiz davranışları bizden beklediklerini düşünerek hepsini astlarımızla paylaşmalıyız. Lord Cherstfield’in hayata dair söylediği şu söz bu konuda çok anlamlıdır: “Kendine nasıl davranılmasını istiyorsan, başkasına öğle davran.” Lord Cherstfield’in sözünü Jay Rifenbary tarafından altın kural olarak kabul etmektedir. Empatik iletişim içerin platin kuralı ise, “Başkalarına kendilerine davranılmasını istedikleri gibi davranın” olarak tanımlamaktadır. Üst astıyla yaptığı bir söyleşinin ardından arkadaşına, “Meslekte sevgi ve saygı kalmadı” der. Arkadaşının anlamlı bakışlarından kuvvet alarak “Şu konuşmaya, odaya girişe bak! Bunların hepsi asi” diyerek konuşmasını tamamladıktan sonra, biriken yazıları imzalatmak için üstünün yanına gider. Kapıyı çalarak içeriye girer. Üst bir arkadaşıyla konuşmaktadır. Konuşmayı keser yazıları imzalar ve astı dışarı çıktıktan sonra arkadaşına “Görüyorsun azizim kurumda sevgi saygı kalmadı, sorgusuz sualsiz içeriye giriyor” diyerek başını sallar… Kurum içi çalışmalarımızın gereklerini bir üst olarak yerine getirirken; astlarımızdan insan ilişkileri, meslek formasyonu ve ahlaki davranışlar olarak kendimize nasıl davranılmasını bekliyorsak, diğer kurumsal rollerde görevlerini yerine getiren bireylerin astı olduğumuz düşüncesinden uzaklaşmadan ve “Ne ekersen onu biçersin…” esprisiyle üstlerimizin de bizim astlarımızdan beklediğimiz davranışları bizden beklediklerini düşünerek hepsini üstlerimize göstermeliyiz. Astlar üstlerin, üstler de astların yerine kendilerini koyarak aralarındaki mesajları anlamaları, hissetmeleri ve bu durumu birbirlerine iletmeleri sonucu empatik iletişim kurulmuş olacak, böylece çalışanların mutluluğu sağlanmış ve bunun doğal sonucu verilen ürünün (mal-hizmet) kalitesi de artmış olacaktır. Hiyerarşik yapılanma içerisinde, ast-üst ilişkileri bağlamında kurulan empatik iletişim, HİYERARŞİK EMPATİK İLETİŞİM şeklinde ifade edilebilir.

3) Empati ve Yaşamak

Nasrettin Hoca eşeğinden düşer ve acıyla kıvranır. Başına toplananlar “Hemen bir doktor çağırın…” diye bağrışırken, Hoca “Bana doktor değil, eşekten düşmüş birini bulun…” diye bağırır. Hoca bu düşüncesiyle eşekten düşenin çektiği acıyı, en iyi, eşekten düşenin anlayacağını ifade etmektedir. Bireyler mevcut bilgileri ve deneyimleriyle durumu değerlendirerek empatik iletişim kurmakta ve anlamaya çalışmaktır. Olay bireylerce tam olarak anlaşılmamış olabilir ama bireyler tecrübeleriyle düşmeden kaynaklanan acıyı belirli bir oranda anlayabilirler. Empatik iletişimin ögelerinde anlamaya çalışmayı özenle vurgulamaya çalıştık. Olayı yaşamak kavramı, ne tanımın ne de ögelerin içerisinde ifade edilmemektedir. Çünkü empatik iletişim, olayları yaşamayı değil anlamayı öğütler. Anlamaya çalışma eğitimle geliştirilebilir.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Kurumsal rollerinin gereğini yapmaya çalışan iki bireyin, sosyo-kültürel farklılıklarını ortaya koyup, gereksinimlerini karşılayacak bir çözüme ulaştıkları zaman, aralarındaki ilişkinin güçlendiğini deneyimler göstermiştir. “Yaşamımızın her kesiminde “üstler” ve “astlar” vardır. Üstler, kendileriyle ve astlarıyla ilgili konularda genellikle onlara hiç danışmadan karar alırlar ve astlarının bu kararlara uymalarını, üstelik istekle uymalarını beklerler. Üstlerin astlarından istedikleri verimi alabilmeleri; sevgi, saygı ve disiplini zedelemeden, iletişim sürecinde, ancak üst-ast kavramlarının unutularak etkin bir iletişim kurulmasına bağlıdır.” Hiyerarşik açıdan empatik iletişimin uygulanması kurum disiplinini zaafa uğratır mı? Kesinlikle hayır!… Empatik iletişimle, bireyler anlamaya çalışılmaktadır. Anlama basamağından sonra, gerekli ikazlar yapılmakta ve kurum disiplini korunmaktadır. Makalemizde ast-üst ilişkileri bağlamında verimli iletişim kurulmasında empatinin önemine değinmeye çalıştık. Bilgilerin tutum haline dönüştürülmesi hiyerarşik empatik iletişimi anlamlı hale getirecektir. G.W. Allport (1935) tutumu, “yaşantı ve deneyimler sonucu oluşan, ilgili olduğu bütün nesne ve durumlara karşı bireyin davranışları üzerinde yönlendirici ya da dinamik bir etkiye sahip ruhsal ve sinirsel bir hazırlık durumudur” biçiminde tanımlamaktadır. Hiyerarşik empatik iletişimin tutum olarak edinilebilmesi için yaşantı ve deneyimler sonucu oluşması gerekir. Bu yaşantı ve deneyimlerin ise, bir başlangıç noktası olması gerekmektedir. Örneğin; “İlk motorlu uçağın uçuşu ancak içinde bulunduğumuz yüzyılda mümkün oldu ve insanın, kontrol edebildiği araçlarla uçma düşleri gerçekleşti. 17 Aralık 1903 tarihinden sonra gerçekleşen ilk motorlu uçuştan sonra, kuşların yanında insan da gökyüzündeki yerini aldı. Gelişmeler o kadar hızlıydı ki 1909 yılında ilk jet uçağı havalandı.” Diğer bir ifadeyle M.S.1903 yılda motorlu araçla uçmayı başaran insanoğlu 6 yıl içinde ise jet motorla uçmayı başarmıştır. Ast-üst ve bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerinde verimliliği artırmak ve kurumumuzdan eylem çelişkilerini kaldırmak için günlük yaşamımızda empatik iletişimi tutum haline getirme çalışmalarına hemen başlamalıyız. Bireyler arası ilişkilerde, gerçek manada insana değer vermeyi merkezine alan bir iletişimin kurulması, gündemdeki birçok problem ve kurum içi iletişim çatışmalarının çözümü olacağı düşünülebilir.

İletişimi Engelleyen Faktörler

Acaba hangimizin gören bir bakışa, duyan bir kulağa gereksinimi yok ki??? D. Pire'nin "insanların çoğu duvar, çok azı da aralarında köprü kurarlar" sözü, günümüzün yoğun Temposuna kendini kaptıran insanların (yani bizlerin), arka plana ittiği çok önemli bir gereksinimi vurguluyor; Yakınlaşma ve ilişki gereksinimi! Çevremizi düşünelim...kendimizi...Bir sorunumuz olduğunda aklımıza ilk kim geliyor? Kiminle konuşmaya, dertleşmeye istek duyuyoruz? Neden o, başkası değil? Bu kişiyi iyi bir dinleyici yapan hangi özellikleri? Ya da tam tersini düşünelim...Sorunumuz olduğunda kesinlikle anlatmayı aklımızdan bile geçirmediğimiz kişileri... Neden anlamazlar? Bizi anlamadıklarını nasıl anlıyoruz? Çevremizdeki bazı insanlarla konuşmak kolay ve zevk vericiyken, bazılarıyla kurduğumuz iletişim çok yüzeysel olabiliyor. Benzer kişilik özellikleri, ortak ilgi ve hobiler, birbirine yakın değer ve dünya görüşü, yakın ahlak anlayışı ve eğitim düzeyi gibi pek çok faktör, insanlar arası ilişkilerde temel öneme sahiptir. Tüm bunlara, hem karşı cinsle hem de hemcinslerimizle kurduğumuz yüzyüze iletişimde, fiziksel çekicilik de katkıda bulunabilir. Ama kişiler arası ilişkilerde, kalitenin asıl belirleyicisi dinleme becerileridir. Ortak bir çok noktamız olsa bile bazı insanlarla yakın ilişkiye girmekten kaçınırız. Bu noktada, yaşamınızda böyle biri varsa, onun sizi dinlerken nasıl davrandığını bir düşünmenizi öneririm! Dinleme becerilerine ve iletişimdeki kaliteyi arttıran tutum ve davranışlara geçmeden önce, karşılıklı konuşmaları yüzeysel kılan ve gerçek dinlemeyi engelleyen tavırlara bir göz atalım;

1. ÖĞÜT VERMEK, ÇÖZÜM GETİRMEK, YÖNLENDİRMEK: Gerek çocuğumuzla, gerekse arkadaşlarımızla konuşurken iletişimi kesen bazı mesajlar vardır; "Şöyle yap, böyle yapma..." "Bu şekilde hareket etmemelisin..." "Buna üzüleceğine, oturup dersini çalışsan daha iyi olur..." "Yoruluyorum diye yakınacağına geceleri erken yat..." "Kavga edeceğinize güzel güzel oynayın, arkadaşlar kavga etmez..." "Paylaşmayı bilmezsen, yalnız kalırsın tabi..." "Bu kadar düzensiz çalışırsan, işlerini tabi yetiştiremezsin..." gibi cümleler, konuşan kişide direnç, isyan yaratabilir, konuşan kişiyi savunmaya itebilir. Genellikle öğüt, ahlak dersi vermek, direk önerilerde bulunmak, size sorununu açan kişide baskı veya suçluluk duyguları uyandırarak, iletişimin kesilmesine veya yön değiştirmesine neden olabilir.

2. YARGILAMAK, ELEŞTİRMEK, AD TAKMAK:

"Sen zaten hep kolaya kaçarsın..." "Bebek gibi davranıyorsun..." "Geri zekalı ne olacak..." "Şikayetten başka bir şey bilmezsin zaten..." "Sulugöz...bir arkadaşınla oynamasını bile bilmiyorsun..." "Hiçbir fedakarlığa katlanmak istemiyorsun..." Genellikle yargılama ve eleştirme tepkileri ile karşılaşan kişiler, kendilerini anlaşılmamış, itilmiş, haksızlığa uğramış, daha çaresiz hissederler. Bunun sonucunda iletişimi keser ya da öfkeyle karşılık verebilirler. Özellikle çocuğunuzla iletişiminizde bu yöntemi sık kullanıyorsanız, "o" sizin yargı ve eleştirilerinizi ve sık kullandığınız isimlendirmeleri (yaşına göre) gerçek olarak algılayabilir. Bu, kendilik algısı üzerinde olumsuz etkiler bırakır, kendine güveni sarsıldığı gibi, başarısı üzerinde de olumsuz etkiler yaratabilir.

3. SORU SORMAK, ARAŞTIRMAK, İNCELEMEK:

"Neden?...Sen ona ne yaptın?...O sana ne dedi?..." "Çocuk neden hastalandı?...İyi giydirmedin mi?..." "Neden uyuyamadın?...Ağır mı yedin?...Kahve de içtin mi?..." "Neden doğru düzgün oynamayı beceremiyorsun?..." Genellikle soru, inceleme, nedenini arama gibi yaklaşımların içinde önyargı, eleştiri veya zorunlu çözüm bulunur, ayrıca konuşma sorulara cevap vermeye takılarak, yön değiştirip asıl konudan uzaklaşabilir. Sorularla yürüyen iletişimde, genellikle soru soranın nereye varmak istediği konuşan kişi tarafından anlaşılamadığından, konuşan endişeye kapılabilir veya savunmaya geçebilir.

4. TEŞHİS, TANI KOYMAK, TAHLİL ETMEK: "Aslında sen öyle demek istemiyorsun..." "Ben senin aslında neden öyle yaptığını biliyorum..." "Aslında senin derdin başka..." "Anlaşılan bir süre sana yardımcı olmamı isteyeceksin..." "Bunları beni üzmek için anlatıyorsun anlaşılan..." Bu tür yaklaşımlarda, dinleyen kişi sanki konuşanın niyetini, söylemek istediklerini çok iyi biliyormuş, onun kafasının içindekileri okuyormuş gibi bir tavır içine girdiğinden, konuşanı savunmaya ittiği gibi, sinirlenmesine, sabırsızlanmasına veya öfkeli cevaplar vermesine neden olabilir. Konuşan kişi kendini kıstırılmış, yanlış anlaşılmış, yanlış yorumlanmış gibi hissedebileceği için büyük olasılıkla iletişimi keser. Psikoloji hobiniz olabilir ama terapatik yöntemler arasında kullanılabilen bu tür iletişimin kurallarını tam bilmeden, günlük ilişkilerinize aktarmaya kalkmanız, sizinle konuşmayı güçleştirebilir. Aklınızda bulunsun...:)

5. TESELLİ ETMEK, KONUYU DEĞİŞTİRMEK: "Aldırma, boşver..." "Düzelir canım, bunu dert etme..." "Üzülme..." "Başka şeyden konuşalım..." "Olur böyle şeyler, geçer..." "Bir kahve iç düzelirsin..." "Boşver canım arkadaşlar arasında olur böyle şeyler..." "Aman sen de herşeyi ciddiye alıyorsun, yak bir sigara..." Aslında teselli etmek çok güzel ve yararlıdır, ancak önemli olan teselliyi kişiyi duyduğumuzu Belirttikten sonra verebilmektir. Söyledikleri duyulmadan, teselli ediliyormuş hissini yaşayan kişi, kendini anlaşılmamış, dinlenilmemiş, söyledikleri saçma sapan gibi algılanmış hissedebilir. Önemsenmemiş veya tam olarak dinlenilmemiş olmaktan dolayı kızgınlık duyabilir. Genellikle, dinlemeden verilen teselli mesajları, konuşan kişide sorununun küçümsendiği duygusunu yaratabilir. Bunların ardından, gelin kendimizi gözden geçirelim...Çocuğumuz, arkadaşımız veya eşimizle yaptığımız günlük konuşmalarda tarzımız ve yaklaşımımız genelde nasıl? ...İletişimimiz yukarda sözü edilen dinleme engellerine takılıyor mu?...Tam yanıtı bulamıyorsanız, kendinizi 1-2 gün izlemenizi öneririm. Çünkü iyi bir dinleyici olmanın, yani karşıdakini dinleme ve anlamanın bence birinci şartı; kişinin öncelikle kendini dinlemeyi ve anlamayı başarabilmesidir....:) 

Yorumlar

Yorum Bırakın