Irvin Yalom ve Varoluşçu Psikoterapi
Yalom’a göre:
“Varoluşçu psikoterapi bireyin varolmasından kaynaklanan endişelere odaklanan dinamik bir terapi yaklaşımıdır...
Dinamik psikiyatriden bahsedersek, hangi terapist dinamik olmamayı, yani ağır miskin durgun, hareketsiz olmayı kabul ederdi? Hayır, terim güç kavramını içeren özel teknik bir kullanıma sahiptir.
Freud’un insanın anlaşılmasına en büyük katkısı, zihinsel işleyişin dinamik modeli olmuştur. Bireyin içinde çatışmalı güçlerin bulunduğunu ve hem adaptif hem de psikoptolojik olan düşünce, duygu ve davranışını bu çatışmalı güçlerin bir sonucu olduğunu öne süren model. Üstelik bu güçler çeşitli farkındalık düzeylerinde bulunmaktadırlar. Bazıları gerçekten tamamen bilinçdışıdır. Bir bireyin psikodinamikleri o kişinin içinde işleyen çeşitli bilinçdışı ve bilinçli güçleri, güdüleri ve korkuları içermektedir.
Problemli hastayla uğraşan uzman, bireydeki, hiç dokunulmamış esas çatışmaları nadiren inceleyebilmektedir. Hasta bunun yerine inanılmaz derecede karmaşık endişelere kümesine sığınmaktadır. Birincil endişeler derine gömülmüştür, bunun üstüne bastırma, inkâr, yer değiştirme ve sembolleştirme katmanları yığılmıştır. ...”
Varoluşçu dinamiklerle, Freudyen ve Neo Freudyen dinamikler arasındaki bir başka büyük fark “derinliğin” tarifini içermektedir. Freud’a göre, araştırma her zaman kazıyı gerektirmektedir. O, bir arkeologun sabrı ve titizliğiyle çok katmanlı ruhu kazıyıp asıl noktaya, yani bireyin hayatındaki en baştaki olayların psikolojik kalıntılarının bulunduğu temel çatışma katmanına ulaşmıştır. En derin çatışma en baştaki çatışma anlamına gelmektedir. Bu nedenle, Freud’un psikodinamikleri gelişimsel temellidir. Temel ya da birincil terimleri kronolojik olarak alınmalıdır. Her biri “ilk” sözcüğüyle eşanlamlıdır. Buna uygun olarak, örneğin, temel anksiyete kaynakları en eski psikoseksüel felaketler olarak düşünülmektedir. Yani, ayrılma ve iğdiş edilme...
Varoluşcu dinamikler gelişimsel modele bağlanmamıştır. Temel ile ilk yani önemli olan ile kronoloji olarak önde gelen sözcüklerinin aynı kavramlar olduğunu varsaymak için zorlayıcı bir neden yoktur. Derinlemesine araştırma, insanın geçmişi araştırması anlamına gelmemektedir... Insanın olduğu hale nasıl geldiğini değil ne olduğunu düşünmektir...
Bazı terapistler varoluşçu kaygılarla uğraşmaktan yalnızca evrensel oldukları için değil, bunlarla yüzleşmesi korkunç olduğu için de uzak dururlar. Varoluşun getirileriyle yüzleşmek acı verir, fakat sonunda iyileştirir…”
Yalom çok sayıda Avrupalı psikiyatristin Freud’un indirgemeci görüşüne (bütün insan davranışlarını dürtü temeline bağlamak), materyalizmine (en yüksektekini en alçaktaki bağlamında açıklamak [üst belirleme kastediliyor sanırım]), ve determinizmine (bütün zihinsel işleyişlere mevcut olan tanımlanabilir faktörlerin neden olduğu inancı) karşı çıktığını bildiriyor.
“Çeşitli varoluşçu analizciler temel bir yöntemsel nokta konusunda aynı fikirdedirler: Analizci, hastaya görüngü bilimsel olarak yaklaşmalıdır. Yani, hastanın yaşantısal dünyasına girmeli ve anlayışı bozan ön varsayımlarda bulunmadan bu dünyanın olgularını dinlemelidir. Varoluşçu analizciler içinde en iyi bilinenlerinden olan Ludwig Binswanger, “yalnızca tek bir uzay ve zaman yoktur, insan sayısı kadar çok zaman ve uzay vardır” demiştir.”
1950’lerde hümanist psikoloji oluşturuldu. Bazen psikolojide “üçüncü güç” (davranışçılar ve Freudyen analitik psikolojiden sonra) olarak adı geçen hümanist psikoloji artan üye kayıtları ve binlerce akıl sağlığı uzmanının katıldığı yıllık toplantılarıyla güçlü bir organizasyon haline geldi. 1961 yılında American Association of Humanistic Psychology yazı kurulunda Carl Rogers,Rollo May, Lewis Mumford, Kurt Goldstein,Charlotte Buhler, Abraham Maslow, Aldous Huxley ve James Bugental gibi ünlü isimlerin yer aldığı Journal of Humanistic Psychology’i kurdu.
Yeni kurulan organizasyon kendini tanıtmak için bazı girişimlerde bulundu. 1962 yılında resmi olarak şunları açıkladı.
Hümanist psikoloji birincil olarak, ne pozitivist ya da davranışçı kuram, ne de klasik psikanalitik kuramda sistematik bir yeri olmayan insan kapasitesi ve potansiyelleri ile ilgilenmektedir. Örneğin aşk, yaratıcılık, benlik, gelişme, organizma, temel gereksinim giderilmesi, kendini gerçekleştirme, yüksek değerler, var olmak, kendiliğindenlik, oyun, mizah, sevgi, şefkat, doğallık, ego üstünlüğü, nesnellik, özerklik, sorumluluk, anlam, adil davranış, aşkın deneyim, psikolojik sağlık ve ilgili kavramdır.
1963’te derneğin başkanı James Bungental beş temele öneri ortaya koydu.
- insan insan olarak, parçalarının toplamının yerine geçer (yani insan parça işlevlerinin bilimsel olarak incelenmesiyle anlaşılamaz)
- insan, insani bağlamda varlığına sahiptir (yani, insan kişiler arası yaşantıya aldırmayan parça işlevleriyle anlaşılamaz.)
- insan farkındadır (ve insanın sürekli, çok katmanlı öz farkındalığını tanımada yetersiz olan psikolojiyle anlaşılmaz.)
- insanın seçimleri vardır (insan varlığının seyircisi değildir, kendi yaşantılarını kendi yaratır).
- insan kasıtlıdır (geleceği hedefler, amaçları, değerleri ve anlamı vardır)
Yalom üslubunca nazik ama radikal bir şekilde Freud eleştirisi yapıyor.
Freud’da görmeye alıştığımız gelişimsel bir kuramdır. Her aşama bir sonraki aşama ile bağlantılı her parça ise bütün ile bağlantılıdır.
Yalom’un aktarımında ise Freud’un “ihmal ettiği” her şey yeniden önemseniyor. Bütünlüğü vurgulayan, insan iradesini ön plana çıkaran, insani değerlerin önemini vurgulayan bir kuramdan söz ediliyor.
Benim temel hedefim varoluşçuluğu ele almak değil. Bu psikiyatrinin ötesine giden bir boyut.
Şüphesiz bizzat Yalom’un Avrupa ve Amerika varoluşçuluğu arasındaki farkı anlatırken ikinci dünya savaşını mevzubahis etmesi gibi derin sosyal ve politik nedenleri olan bir konu.
Bizi burada daha çok ilgilendiren bir vakanın varoluşçu psikoterapi ve psikoanaliz açısından iki ayrı şekilde ele alınmasının önemi.
Yorumlar