KİMLİK VE KİMLİK BOCALAMASI
KİMLİK DUYGUSU
Kimlik duygusundan söz etmek,bireyin kendini yaşayışından yani birey olarak benzersiz ve kendine özgü bir tarz içinde varolduğunu ve bu tarzın süreklilik gösterdiğini duyumsayışından söz etmek demektir. Aslında kimlik duygusu deyince tek bir yaşantı değil, belirli yaşantıların bileşimi anlaşılmalıdır. Kimlik duygusu ancak bileşenlerini oluşturan temel yaşantılar gözden geçirilerek anlatılabilir. Bunlar ise aşağıdaki öğelerden oluşur:
Özün Zaman İçindeki Aynılık ve Sürekliliği Yaşantısı
Çocukluğumuzdan bu yana gerek dış görünüşümüz, gerekse düşünce ve davranış biçimimiz sürekli değişmektedir. Yine de biz başından beri hep aynı insan olarak kaldığımızı duyumsarız. Bize öyle gelir ki sanki yüzeydeki tüm değişimlerin ötesinde, derinden derine hep varolan ve bizi biz yapan değişmez bir özümüz vardır. Kimlik duygusunun bileşenlerinden birini oluşturan bu özün zaman içindeki aynılık ve sürekliliği yaşantısı,kimlik bunalımı evresinde kısa süreli ve hafif sarsıntılara uğrayabilir. Ancak bu sarsıntıların daha uzun süreli ve kalıcı olması, kimlik duygusunda dağılma anlamına gelir ve bireyin kimlik bocalaması içinde olduğunu düşündürür.
Özün Roller İçindeki Aynılık ve Sürekliliği Yaşantısı
Günlük yaşantımızda sürekli olarak değişik ortamlar ve ilişkiler içinde bulunuruz. Bu ilişkiler içindeki rollerimiz ve bunlardan çıkardığımız öz imgeleri birbirinden az ya da çok farklıdır. Sevdiklerimiz ve sevmediklerimiz, yakından ve uzaktan tanıdıklarımız, astlarımız ve üstlerimiz karşısındaki rollerimiz de farklı farklıdır. Yine de biz içine girdiğimiz değişik roller arasında derinden derine bir tutarlılık ve özümüze uygunluk olduğunu duyumsarız. Dolayısıyla ilişkilerimizde hep kendimiz olarak kaldığımızı düşünürüz. Bu yaşantı, kimlik duygusunun bir bileşenidir. Kimlik bunalımı evresinde kısa süreli kesintilere uğrayabilen bu yaşantı, kimlik bocalaması durumlarında daha uzun süreli olarak ortadan kalkar.
Özün Başkalarının Gözünde Aynılık ve Sürekliliği Yaşantısı
Kendi gözümüzde neysek, bizim için özel insanların her birinin gözünde de o olduğumuzu duyumsarız. Bir benzetme yapmak gerekirse, sanki kendi beynimize ve önem verdiğimiz insanların beynine çizilmiş resimlerimiz vardır. Farklı açılardan ve farklı ışıklarda çekilmiş resimlerdir bunlar. Ama eninde sonunda hep aynı insanın resimleridir bunlar. Bu yaşantı kimlik duygusunun üçüncü temel bileşenini oluşturur. Kimlik bunalımı evresinde bu yaşantı geçici sarsıntılara uğrasa da tümüyle ortadan kalkmaz.
Kendi Yolunda Yürüyor Olma Yaşantısı
Bireyin seçtiği ve içinde yürüdüğü yolun kendi yolu olduğunu algılaması,yöneldiği geleceğin özüne uygun olduğunu hissetmesidir. Çocuklukta böyle bir yaşantı planı henüz oluşmamıştır. Ergenlikte de durum aynıdır. Ergen, değişik rol örnekleriyle özdeşim yaptığı ve onlara öykündüğü oranda, önünde uzayan gelecek seçenekleri de çoğalır. Gençlik yılları boyunca gerginlik yaratan şey de işte bu belirsizliktir.
KİMLİK DUYGUSUNUN OTURMUŞLUĞUNUN ÖLÇÜTLERİ
Birinci ölçüt; gencin kendisi için belirlediği yaşam çizgisinin gerçekçi olmasıdır. Bunun için de her şeyden önce, gencin kendisini gerçekçi biçimde tanımlamış olması gereklidir. Çünkü ancak bu yolla, kendi özelliklerinin ve donanımının gerçekçi değerlendirmesine dayanan bir gelecek çizgisi belirleyebilir. Ama tek başına bu da yetmez. Gencin ailesinin ve toplumun kendine sunduğu olanakları da gerçekçi biçimde değerlendirmesi zorunludur.
İkinci ölçüt, belirlenmiş yaşam çizgisine yönelinmiş olmasının gerekliliğidir. Çünkü hiçbir seçim, eğer bireyi o doğrultuda bir etkinliğe yöneltmiyorsa gerçek bir seçim değildir. Gençler zaman zaman bu gerçeğin farkındadırlar, özellikle de verdikleri bir kararın doğruluğundan bir türlü emin olamadıkları durumlarda.
Üçüncü ölçüt, bireyin kendisi için seçtiği yolu benimsemiş olmasıdır. Yani gencin kendisi için tasarlamış olduğu gelecek, kendisinden ve yaşamdan beklentilerini belirli oranda karşılayabilecek nitelikte olmak zorundadır.
Dördüncü ölçüt,bireyin izlediği çizginin ve ortaya koyduğu kişiliğin. İçinde bulunduğu çevrelerde kendisine bir tanınma sağlamasıdır.
ÖZ KİMLİĞİ VE EGO KİMLİĞİ
Bilinç dışında tüm etkileşimlerimizin kaydının tutulduğunu ve yaşamımızdaki önemli insanlar için özel dosyalar açıldığını söyleyebiliriz. Söz gelimi annemizle her bir etkileşimimiz, o sıradaki karşılıklı rollerimi,bu rollere eşlik eden duygularımız görüntülü olarak kaydedilmektedir. Diyelim ki, annemiz bizi çok olumlu bir davranışımız için yürekten kutluyor. O andaki görüntüsü ‘seven, beğenen anne’ olarak kaydedilecektir. Bu görüntüyü anne imgesi ya da daha genel bir ifadeyle nesne imgesi olarak adlandırabiliriz. O andaki kendi görüntümüz de ‘sevilen, beğenilen, kıvanç duyan iyi ben’ olarak kaydedilecektir. Buna da öz imgesi denir.
Öz Tasarımı ve Nesne Tasarımları
Beynin bilinç dışı işlevselliği yalnızca kayıt tutmakla sınırlı değildir. Beyin durmadan yenileri eklenen öz imgelerini eskileriyle karşılaştırır. Bütün görüntüleri üst üste getirip, hepsinden bir iz taşıyan tek ve genel bir görüntü meydana getirmeye çalışır. Aynı işlemleri nesne imgeleri için de uygular. Çevremizdeki insanlarla etkileşimimizden kaynaklanan öz imgelerimizin bilinç dışında harmanlanmasıyla oluşan genel görüntüye öz tasarımı denir. Aynı şekilde çevremizdeki insanların her birinin beynimizde oluşan harmanlanmış görüntüsü de nesne tasarımıdır.
Öz Kavramları ve Nesne Kavramları
Beynimizin bilinçli ve bilinç dışı etkinliğinin birbirinden tümüyle kopuk olduğunu düşünmek yanlış olur. Tam tersine, bu iki işlevsellik alanının sıkı bir ortaklık içinde olduğunu söyleyebiliriz.
Yaşadığımız bir etkileşimi sonradan gözümüzde canlandırdığımızda, etkileşim anında bilincine varamadığımız pek çok ayrıntıyı, duyguyu, düşünceyi yakalayabiliriz. Bu, bir anlamda bilinçli olmayan yaşantıların ya da anıların bilinçli yaşantılara dönüştürülmesidir. Öyleyse, etkileşimlerden çıkan öz ve nesne imgelerinin genel olarak bilinç öncesi olduklarını söyleyebiliriz. Öz imgelerinin genel olarak bilinç öncesi olması,bunların harmanlanması sürecinin bir de bilinçli yanı olduğunu düşündürür. Öyleyse bu sürecin sonucu olarak ortaya çıkan öze ilişkin genel görüntünün bilinçli bir kesimi de olmak zorundadır. Kişinin,kendisine ilişkin bu bilinçli algısına öz denir. Erikson,kişinin kendisi üzerine bilinçli algısı ve düşüncesini ben olarak adlandırır ve ben’in görmezden gelinmesini psikanalizin önemli bir eksikliği olarak görür. Kısaca öz, kişinin kendisini algılayış, tanıyış, değerlendiriş biçimidir.
NESNE İLİŞKİLERİNİN İÇSELLEŞTİRİLMESİ
Psikanalitik düşünceye göre, bebekler doğdukları andan başlayarak kendilerini annelerinden ve çevredeki diğer insanlarda ayır edemezler. Yeni doğmuş bir bebeğin ben ve annem algısı yoktur. Bebeğin annenin varlığını farketmesi ve ilgisini ona yöneltmesi ikinci ayda başlar. Ama hala kendisiyle annesinin ayrı varlıklar olduğunu farkında değildir ve bu durum beşinci aya kadar sürer. Sembiyotik dönem adı verilen bu evrede bebek, annesini kendisinin dışında bir varlık olarak değil kendisinin bir parçası olarak algılar. Bebek ancak beşinci aydan sonra dış dünyayı gören gözlerle incelemeye başlar ve yavaş yavaş kendisinin ve annesinin ayrı bedenler, ayrı varlıklar olduğunu algılamaya yönelir. İşte bebeğin annesini kendisi gibi algılaması, annesinin duygularını kendi duyguları gibi algılamasıdır özdeşim.
Bebeğin, çok erken dönemlerde bile, karşılarındaki insanın yüzündeki duygusal ifadeyi bir ayna gibi yansıttığı bilinen bir gerçektir. Gülen bir yüz bebeğin yüzünde de gülümsemeye neden olur; üzgün,şaşırmış,korku dolu yüzler de bebekte özdeş duyguları uyandırır. Burada bebeğin karşısındaki insanın duygusunu taklit etmesi değil, paylaşması yani kendi duygusu olarak yaşaması söz konusudur. Bu durum narsistik özdeşim olarak da adlandırılmaktadır. Çünkü bebeğin,annesini kendisinin bir parçası olarak sevmesi,yani annesine yönelttiği sevgini aslında kendine yöneltilmiş oluşu, özsevi yani narsisizmdir. Bebek 2,5 yaşından sonra bu ilkel özdeşimden gerçek ego özdeşimine geçer. Artık çocuk sevdiği insanlara benzemek,onlar gibi olmak arzusunu taşır yani bir nevi seçicilik vardır. Erikson’a göre çocuk bireylerin üstlendiği rolleri farketmeye başladıktan sonra bu rollerle özdeşim yapar. Böylece çocuk tutarlı bir özdeşim düzeneği geçirdikten. Yani sağlıklı bir kimlik oluşumu için sağlıklı bir özdeşim süreci geçirilmelidir. sonra kimlik oluşturmaya başlar
KİMLİK BUNALIMI
Erikson,kimlik bunalımının gençlik çağının ayrılmaz bir parçası olduğunu öne sürer. Ama buradaki bunalım kelimesi yaklaşan bir felaketi anlatmamaktadır. Bu terim; büyüme, düzelme ve daha da ayrışma için kaynakların yerli yerine konulduğu, gelişmenin bir yöne ya da ötekine yönelmesi gereken zaman, zorunlu bir dönüm noktası, can alıcı bir ana anlamını taşır. Bireysel gelişim Erikson’a göre üç bunalımdan geçerek gerçekleşir:
İlk bunalım dönemi anneden ayrılma ve bireyleşme süreci sırasında yaşanır. Bir yaşına yaklaşan çocuk hem yaşamın ilk aylarında anneyle yaşadığı sembiyozdan çıkma, hem de anne memesinden ayrılma durumundadır. Annesi ve kendisinden oluşan sembiyotik birimin dağılması,çocuk için içsel bütünlüğün bozulması anlamına gelir. Yaşamın ikinci yılında zirvesine ulaşan bu ilk bütünlük bunalımı,ayrılma-bireyleşme sürecinde yer alan uzlaşma bunalımına karşılık gelir. Burada bir yandan anneyle sembiyotik bağın kopmasının getirdiği güvensizlik ve bölünmüşlük yaşantıları nedeniyle yeniden sembiyoza dönme özlemi söz konusudur. Ama öte yandan annenin iradesine zaman zaman karşı çıkma ve ondan uzaklaşma yoluyla özerkliğini ve dolayısıyla bireyselliğini geliştirme yönelişi belirgindir. Bu iki karşıt eğilim arasında bocalama ve bir orta yol ya da uzlaşma noktası arayışı, yaşamın ikinci yılında yaşanan bunalımı oluşturur.
İkinci bütünlük bunalımı beş yaşında süperegonun oluşmasıyla birlikte yaşanır. Yeni oluşan süperego katı ve bağışlamaz bir iç yasaklayıcı gibidir. Eskiden çocuğu isteklerinin peşinden gitme ve amaca yönelik girişimlerde bulunma konusunda engelleyecek tek şey dıştan gelecek cezalandırmalarken, şimdi bir iç yasaklayıcı ortaya çıkmıştır. Erikson çocuğun iç dünyasındaki bu bölünmeyi, ‘girişimciliği özleyen egoyla yasaklayıcı bir süperego arasında kalmak’ olarak nitelendirir.
Üçüncü bütünlük bunalımı ise ergenlikte yaşanır. Gençlik çağı çocukluğunu geride bırakan birey için erişkinler dünyasına katılmaya hazırlanma dönemidir. Bu çağda, bir yandan çocukluk özdeşimleri gözden geçirilirken, b,r yandan da gençlik yıllarında yapılan özdeşimlerle bağlantılı olarak değişik roller denenir. Gençlikteki rol provalarının çocukluktaki oyunlardan farkı, bu kez deneyimlenen roller arasında bir seçim yapma ve bir gelecek planı oluşturma zorunluluğudur. Bu dönemde eski-yeni özdeşimlerin çeşitliliğine paralel olarak düşlene geleceklerin, deneyimlenen rollerin ve bunlardan çıkartılan öz imgelerinin çeşitliliği, dahası yer yer çelişmesi kendini bütün hissetme konusunda genci zora sokar.
Gençlik yıllarında birey arkadaşlarına karşı, büyüklerine karşı davrandığı gibi davranamayacağının ve davranmamasının çok normal olduğunu, tersinin tuhaf kaçacağını düşünürse eğer bölünmüş kimlik taşıdığı duygusundan kurtulacaktır.
KİMLİĞİN AŞAMALI OLUŞUMU
Erikson’a göre insan yaşamı boyunca sekiz gelişim çağından geçer ki bunlar şöyledir:
Temel Güvene Karşı Güvensizlik-Umut
Bu aşamada bebeğin fizyolojik ihtiyaçlarının yada sevgi, ilgi, güvenlik ve şefkat gibi ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmaması ya da ne oranda karşılandığı çok önemlidir. Tüm bunların karşılanma düzeyine göre bebekte dış dünyaya karşı bir güven veya güvensizlik oluşabilmektedir. Bu evreden çıkan temel güç ise umuttur. Umut, şimdi değilse bile gelecekte gereksinimlerin karşılanacağına isteklerin yerine getirileceğine ve doyumun sağlanacağına inanmaktır. Bu evrede yaşanılan güven duygusu ilerde yakın ilişkilerde benimseme, güvenme duygusunu getirir. Güvensizlik ise benimsememe her şeye karşı kuşkuyu güvensizliği getirir.
Özerkliğe Karşı Kuşku ve Utanç-irade Gücü
Bu dönemde çocuğa verilen tuvalet eğitimi çocuğun kişiliğinde önemli etkiler yapar. Katı bir tuvalet eğitimi çocuğun özerkliğini zedeler ve bağımsız bir kişilik yapısı oluşturmasını engeller. Çocuğun biraz daha serbest bırakılması ise öz denetim ve irade gücünü geliştirir.
Girişime Karşı Suçluluk –Amaç
Bu dönemde çocuk hareketlerinde özgür olmak ister. Bağımsız hareket isteği engellenirse, yaptıklarından dolayı sürekli azarlanırsa, suçluluk duymaya başlar. Çocuk engellenmeyen bir ortamda, hareketlerinde biraz daha serbest olarak yetişirse kimlik edinme sürecinde daha olumlu duygular geliştirir.
Başarıya Karşı Aşağılık Duygusu-Yeterlilik
Okul çağına rastlayan bu dönemde çocuk derslerinde başarı elde ettiği zaman yeterlilik duygusu oluşturur, derslerdeki başarısızlık ise aşağılık duygusunun oluşumuna yol açar.
Kimlik Duygusuna Karşı Kimlik Bocalaması-Sadakat
Gençlik çağına denk gelen bu dönemde, gencin iletişimde ve etkileşimde bulunduğu çevre artık iyice genişlemiş durumdadır. Artık gencin ilgisini sosyal konular çekmektedir. Genç, kim olduğuna,nasıl bir yaşam kurması gerektiğine,nasıl bir insan olması gerektiğine karar verme, yani bir kimlik oluşturma aşamasındadır. Genç eğer tüm bunlara dair kararlar alamamışsa kimlik bunalımı yaşamaya başlamış demektir.
Yakın İlişkilere Karşı Yalıtılmışlık-Sevgi
İlk yetişkinlik çağına rastlayan bu dönemde, bireyin yakın ilişkiler kurmaya başlaması ve karşı cinsle birlikte yaşamayı öğrenmesi beklenir. Kimlik duygusunu yeterince geliştirememiş bireyler,yakın ilişkiler kurduklarında kimliklerini tümden yitirmeye başlayacakları korkusu yaşarlar ve yalnız kalmaya yönelirler.
Üreticiliğe Karşı Durağanlık-Bakım Verme
Orta yaşa denk gelen bu dönmede,çeşitli yaşam tecrübeleri edinmiş olan bireyin bu tecrübeleri yeni neslin yetişmesinde kullanmaya başlaması beklenir.
Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk-Bilgelik
Yaşlılık çağına denk gelen bu dönemde birey, sürdüğü yaşamdan memnun kalırsa, tecrübelerini bir çeşit bilgeliğe dönüştürebilir. Aksine geriye dönüp baktığında istediği şeyleri yapamamış,istemediği bir yaşam sürdürmüş olduğu duygusuna kapılırsa umutsuzluğa düşer.
KİMLİK BUNALIMINDAN KİMLİK BOCALAMASINA
Kimlik bunalımı evresi boyunca her genç şu temel uğraşları verir:
- Sarsılmaz arkadaşlıklar kurma yoluyla, yakın ilişkilerde benimseneceğine olan güvenini ve geleceğe yönelik umudunu sağlamlaştırmak
- Otoritenin kural ya da buyruklarına açık ya da örtülü biçimde başkaldırma ve çeşitli denemelerde iradesini sınama yoluyla, bildiği yoldan yürüyebilen bağımsız ve iradesi güçlü bir birey olduğuna olan inancını pekiştirme
- Önüne koyduğu amaçları gerçekleştirmeye girişme yoluyla,düşlediği erişkin olmaya doğru güvenli adımlarla ilerlediğini duyumsamak
- Yetenekli olduğu alanlarda sivrilme yoluyla, işinin ustası olabileceğini kendine ve başkalarına kanıtlamak
- Bağlılıklarına sadık kalma yoluyla, toplumda kendine sözünün eri biri olarak tanınma sağlamak
- Cinsellikle uğraşarak cinsel yanı olan ilişkileri deneyerek, kendini ait olduğu cinsin üyesi olarak hissetmek, yani tam bir erkek ya da kadın olmaya yönelmek
- Katıldığı topluluklarda yerine göre önderliği ya da ardıllığı da deneyimleyerek, hem kılavuzluk etme hem de başkalarının kılavuzluğunu kabul edebilme yetisi kazanmak
- Üstü açık ya da örtük bir biçimde bir ideolojiye bağlanarak, kendisine uygun yaşam tarzının ne olduğunu belirlemek.
Gencin çocukluk evrelerinden getirdiği olumlusuz öğelerin güçlü olmasının, kendini aşmak için daha çok uğraşmasına neden olacağı açıktır. Ama aynı zamanda, girdiği uğraşlardan yenilgiyle ayrılması tehlikesini artıranlar da kişiliğindeki bu olumsuz öğelerdir. Ardı ardına yaşanan düş kırıklıkları genci kimlik bocalamasına iterler. Bununla da kalmaz, yaşanan acı verici duygulara eşlik eden olumsuz öz imgeleri giderek olumluları gölgede bırakmaya başlar. Bu durum, tüm öz imgelerini genel çizgilerinde olumlu bir bütün içinde kaynaştırmak konusunda gencin egosunu belirgin bir biçimde zora sokar. Böylesi bir kimlik zayıflığı, gencin ‘ben kimim?’ sorusuyla yoğun ve sıkıntılı bir biçimde uğraşmaya başlamasını getirir. Kendine güveni ve istediği kişi olacağına olan inancı derinden sarsılan genç, yeni uğraşlara girme konusunda daha ürkek davranacaktır. Korktuğu şey, yaşayacağı yeni düş kırıklıklarının içindeki son umudu da söndürmesi olasılığıdır. Yine de, zorlanarak bile olsa normal günlük yaşamını sürdürebildiği ve uğraş vermeye devam edebildiği sürece kimlik bocalaması gizli kalır.
İlk başlarda gençler tüm bu uğraşları daha çok oyunsu denemeler olarak görürler. Bu yüzden, girdikleri ilişkilere ve yöneldikleri etkinliklere gerçek anlamda bağlandıklarını söylemek zordur. Yaşın ilerlemesiyle birlikte gençler, girdikleri uğraşlara giderek daha gerçek anlamda gönül vermeye başlarlar. Erişkinliğe yaklaşıldığı oranda bu durum daha da belirginleşir. Girilen son uğraşlar, bir bakıma giderek belirginleşen kimliğe yapılan son rütuşlar gibidir. Gizil kimlik zayıflığı olan genç için bu dönem özelikle sıkıntılıdır. Çünkü hem yöneldiği uğraşların neler olduğu, hem de bu uğraşlardan ne oranda yüz akıyla çıktığı, onu daha geri dönülmez biçimde tanımlayacaktır. Böyle bir dönemde girişilen böylesi uğraşlar gencin kendine olan inancını tümüyle yitirmesine neden olursa, gizil kimlik zayıflığı açık bir kimlik bocalamasına dönüşür.
Bocalamanın Bireysel ve Toplumsal Etmenleri
Kimlik bocalamasına neden olan etkenler toplumsal ve bireysel etmenler olarak iki kümede ele alınabilir. Genellikle psikanalitik düşünürler kimlik bocalamasının bireysel etmenleri üzerinde durmuşlar ve toplumsal etmenleri göz ardı etmişlerdir. Erikson’un psikanalitik düşünürler arasındaki ayrıcalıklı yeri, bocalamanın toplumsal etkenlerini farketmiş ve bunlar ezerinde durmuş olmasından ileri gelmektedir. Ailenin ya da toplumun yaşam tarzında belirgin bir değişikliğin olduğu, bir anlamda kültürel bir kopuşun yaşandığı durumlarda gençlerin kimlik oluşumlarının zora girdiği söylenebilir. Çünkü böylesi dönemlerde, sadece gencin önündeki rol örnekleri aşırı bir çeşitlilik ve karşıtlık kazanmakla kalmaz, toplumun egemen ideolojisi de geçerliliğini yitirmeye yüz tutar. Bir anlamda toplumun kendisinin kimlik bunalımı yaşadığı ve çeşitli toplumsal kesimler arasındaki yabancılaşmanın üst düzeye çıktığı yerde, gençlerin bireysel düzeydeki kimlik bunalımlarının da daha belirgin bir nitelik alması ve yer yer bocalamaya dönüşmesi kaçınılmazdır.
Kimlik bocalamasının altında yatan bireysel etkenler ise; çocukluk dönemlerinden gelen güvensizlik, utanç, kuşku, suçluluk, aşağılık duygularının eşliğindeki olumsuz öz imgeleridir. Olumsuz yaşantılardan kaynaklanan bu tür öz imgelerine hemen her zaman öfke ve saldırganlık duyguları da eşlik eder. Olumsuz öz imgelerinin olumlularının yanında ağır basması, öz tasarımının olumlu bir bütün oluşturacak bir biçimde kaynaştırılmasını olanaksız kılar. Gençlikte girilen uğraşlar, çocukluktan gelen olumsuz öğeleri zayıflatmak yerine pekiştirirse, kimlik bocalaması kaçınılmaz olur.
Akut Kimlik Bocalaması
Dinamik açıdan bakıldığında
- Egonun olumlu bir kimlik duygusu yaratmak konusunda açığa çıkmış yetmezliği ve pes edişi
- Öz tasarımında dağınıklık
- Nesne tasarımlarında dağınıklık
- Ego ülküsünde dağınıklık
- Süperego işlevlerinde bozukluk söz konusudur.
Bilişsel düzeyde bakıldığında, öz ve nesne kavramlarına ek olarak öz ülküsünde dağınıklık gözlenir.
Klinik-betimsel düzeyde, çeşitli nevrotik belirtilerden psikoza kadar uzanan bir tablo söz konusu olabilir. Tabloyu belirleyecek olan, çocukluk evrelerine gerileme sırasında hangi evreye özgü olumsuz yaşantıların genci tutsak ettiği, yani hangi çatışma düzeyine gerilendiğidir.
İşlevsel açıdan bakıldığında akut kimlik bocalaması, gencin kimliğini belirleme konusunu tam anlamıyla askıya almış olmasıdır. Çünkü ruhsal rahatsızlığa yakalanmış olmanın en dolaysız sonucu, kişinin tüm uğraş ve yükümlülüklerinden en azından geçici bir süre için sıyrılmasıdır.
Gizil kimlik bocalaması her zaman akut ve felç edici bir ruh hastalığı biçiminde açığa çıkmaz. Kimi gençlerde çok daha sinsi bir biçimde ilerler.
Kimlik bocalaması orta okul lise yıllarına özgü bir sorun değildir. Erikson’un da belirttiği gibi, akut kimlik bocalaması çoğu zaman gençlik döneminin sonuna yaklaşılırken, hatta erişkin yaşama atılmak üzereyken patlak verir. Kural olmamakla birlikte, kimlik bocalaması nedeniyle kliniklere başvuranların önemli bir bölümünü üniversite çağındaki gençlerin oluşturduğu söylenilebilir.
Kimlik bocalamasının tanı koydurucu belirtileri şöyle sıralanmaktadır; çatışan karakter örüntüleri, özdeki zamansal süreksizlik, içtenliğin yitirilmesi, boşluk duyguları, cinsel bocalama, etnik kökünden kopmuşluk ve tutarlı bir değerler sistemine sahip olmama.
Kimlik bocalamasının aşamalı oluşum evreleriyle ilgili sorunlar ise şöyle sıralanabilir;
- Zaman karmaşası ve içe kapanma ( güvensizlik, umutsuzluk )
- Kendiyle uğraşma ve kendinden kuşku duyma ( utanç ve kuşku, irade zayıflığı )
- Rol ketlenmesi ve kendini çeldirici bir role saplanma ( suçluluk, girişim eksikliği )
- İşe yaramazlık duygusu ve çalışma felci (aşağılık duygusu, yetersizlik )
- Cinsel bocalama
- Otorite kargaşası
- Değerler kargaşası
KİMLİK BOCALAMASINA YAKLAŞIM
Kimlik Direnci;
Erikson, kimlik direncinin yalnızca bocalama içindeki gençlerin terapisine özgü bir sorun olmadığını düşünür. O’na göre psikanalize giren her hastada bu yaşantı söz konusudur. Ama bu durum sıklıkla terapistin gözünden kaçar ve yeterince üzerinde durulmaz. Kimlik direncinin temelinde hastanın şu korkusu yatar; terapist, kendi kişiliği, yetişme tarzı ve yaşam görüşünden ötürü hastanın kimliğinin özünü bilerek ya da bilmeyerek tahrip edebilir. Bocalama içindeki gençler doğal olarak terapide bu korkuyu çok daha yoğun olarak yaşarlar.
Ters Kimlik;
Çocukluk ve gençlik yılları boyunca görülen, tanına ve özdeşim yapılan rol örnekleri arasında olumluların yanında olumsuzlar da yer alır. Rol örnekleri yalnızca yakın çevreyle de sınırlı değildir. Gazeteler, televizyonlar, sağdan soldan duyulanlar genci sürekli yeni rol örnekleriyle tanıştırır. Gerek aile gerekse toplum olumsuz rol örneklerini sürekli kötüleyip lanetlerken, bir yandan da böylesi rollerin var olduğunu sürekli biçimde doğrulamış olurlar.
Kimi aile ortamları bir yandan gençlerin olumlu bir kimlik duygusu edinmesini zora sokarken, bir yandan da onları ters kimlik geliştirmeye doğru iter. Söz gelimi gencin geleceği konusunda büyüklerin fazlasıyla kaygılı ve kuşkulu oldukları bir ev ortamında, gencin d ekendi geleceği ve kim olduğu konusunda kuşkuya kapılması beklenilen bir şeydir. Böyle ailelerde gence yerli yersiz yöneltilen sert ve giderek acımasız uyarılarsa çoğu zaman ters teper. Çünkü bu uyarıların gece anlattığı tek şey, içinde yasak yola sapma eğilimlerinin varolduğunun büyükler tarafından da doğrulanmasıdır.
Daha da kötüsü, büyüklerin kendisine ilişkin kuşkularını haklı çıkartmaya yönelmek, bocalama içindeki bir gencin gözüne hem kimlik edinmenin hem de onlardan öç almanın en kestirme yolu olarak görünebilir. Böylesi bir öç alıcı ters kimlik seçimi, hastalıklı ölçüde ebeveynlerin gencin önüne koydukları hedeflerin, onun gözünde ulaşılmaz olması durumunda da gündeme gelebilir.
Yorumlar