HAYAT BOYU GELİŞİM
Çevremizdeki insanları gözlediğimizde, onların birbirine benzer veya farklı yönlerini görürüz. Ahmet sakin, rahat bir insan, kolay kolay kızmayan, bol bol gülen ve olduk olmadık her şeye üzülmeyen birisidir. Oysa Deniz atılgan, rekabetçi, yarışkan, dikkati kendi üzerine çekmeye çalışan, olur olmaz her şeye üzülen biridir.
Bu kişilerin davranış özelliklerini açıklayabilmek için, onların içinde yetiştiği aile ortamını, nasıl bir çevre içinde hangi etkilerin altında büyüdüklerini bilmek isteriz. Bu isteğimizin temelinde, bireyin bugünkü davranışıyla, içinde yetiştiği ortamın özellikleri arasında bir ilişki olduğu düşüncesi yatar. İnsan gelişimi, çok yönlü ve karmaşık bir süreçtir ve kişi gelişim süreçlerinin etkisini ömrü boyunca taşır.
GELİŞİM SÜREÇLERİ VE GELİŞİME FARKLI BAKIŞ TARZLARI
Gelişim çok yönlü ve karmaşık bir süreçtir. Psikologlar gelişim sürecine üç temel açıdan bakarlar:
- Biyolojik bir süreç olarak gelişim.
- Çevrenin etkisi altında yapılaşan bir gelişim.
- Biyolojik yapının ve çevre özelliklerinin birbirlerini karşılıklı etkiledikleri bir gelişim.
Biyolojik Süreçler
Davranışlarımızın temelinde belirli biyolojik aşamalar yer alır. Yeni doğan bir bebeğin, doğduktan iki hafta sonra yürüdüğünü duysanız inanmazsınız. Tek hücreyle hayata başlayan insan yavrusu, bu hücrenin içindeki genlerde kodlanmış bilgilerin direktifine uyarak, belirli aşamalarda değişik gelişim basamaklarına ulaşır. Dokuz ay önce bir tek hücreden ibaret olan organizma, bebek doğduğunda, tam bir insan bedeninin yapısına ulaşmıştır.
Doğumdan sonra büyüme ve gelişme devam eder ve değişik aşamalarda beden farklı iç salgılar üreterek boyun uzunluğunu, sesin tonunu ve cildin görünüşünü belirler. Bu da demek oluyor ki, bedenin içinde belirli bir yerde bir biyolojik saat çalışmakta belirli zamanlarda belirli salgıları harekete geçirmektedir. Bu tür biyolojik oluşumlar, gelişim sürecinin en önemli temellerinden birini oluşturur.
Bazı psikologlar bireyin doğuştan getirdiği biyolojik özelliklerin önemli olduğuna dikkati çekmişlerdir. Bunlardan Amerikalı psikolog Arnold Gesell olgunlaşmaya dikkati çekmiş ve ilk defa olgunlaşma (maturation) kavramını psikolojik bir kavram olarak kullanmıştır. Önceleri pek önemsenmeyen bu görüş davranışçı psikolojinin hakimiyeti zayıfladıkça biyolojik süreçlerin etkisi önemsenmeye başlamıştır. Biyolojik temele dayanan süreçler çok önemli olmalarına rağmen gelişimin ancak bir boyutunu oluştururlar.
Çevreden Gelen Etkiler
İnsanın içinde yetiştiği çevre koşullarının o kişiyi her yönden derin bir biçimde etkilediğini hemen hemen herkes söyleyebilir ama bunun hangi alanlarda daha çok olduğu konusunda tam bir fikir birliği yoktur . Genelde çevrenin bireyi öğrenme yoluyla etkilediği savunulmuş ve bu konuda çeşitli teoriler ortaya konulmuştur.
Öğrenme Süreçleri ve Öğrenme Kuramları Açısından Çevrenin Etkisi:
Klasik koşullama öğrenme kuramına göre , çocuk ve anne -baba ilişkisini şöyle ifade edebiliriz: Çocuk karnı acıktığında , ıslandığında veya bir nedenle rahatsız bir durumda olduğunda ağlar . Ağlayan çocuğun yanına gelen ana- baba çocuğun altını değiştirir ya da onu besleyerek onu rahat bir duruma getirir. Çocuk zamanla , “ rahatlık “ ve “ iyi hisseteme “duygusuyla ana- babanın varlığını birbirine koşullamaya başlar Zamanla sırf ebeveynin varlığı çocukta rahatlık huzur güvenlik duygularını uyandırmaya başlar . Çocuğun küçükken geçirdiği hoş olmayan deneyimler, kendilerini korku ve çekingenlik biçiminde yetişkin yaşamda gösterebilir. Çocuğun yanında sürekli öfkeyle bağıran baba, ileride kızgın olmadığı zamanlarda da çocukta korku tepkisi doğurur. Küçükken köpek yada kedi tarafından ısırılmış bir çocuk, yetişkin bir kişiyken de bu korkuyu taşır.
Edimsel koşullama çocuğun bazı davranışlarının güçlenip, bazı davranışlarının sönmesini şöyle açıklar: Çocuk annesine bakıp gülümsediği zaman , anne çocuğunu kucaklayıp öpüyor ve ona güzel şeyler söylüyorsa, çocuğun anneye gülümseyerek bakma davranışında bir artma oluyor . Öte yandan, anne ancak çocuk ağladığı zaman ilgi gösteriyorsa , çocuğun ağlama davranışında artma olur.
Çocuğun başkalarına bakıp, onları model olarak öğrendiğini savunan görüşe göre, çocuğun davranışlarını açıklayabilmek için , çocuğun gelişme çevresinde gördüğü “model davranışlar”a bakmak gerekir . Sürekli kavga eden kavgacı bir adamın oğlu, çok büyük bir olasılıkla küfürbaz ve kavgacı olur . En gergin durumlarda soğukkanlılığını koruyan ve ağır başlılıkla sorunlara yaklaşan başka bir babanın oğlu ise, babasından gördüğü modelin etkisi altında, soğuk kanlılıkla ve kavga etmeden ilişkilerini sürdürür.
Çevrenin daha farklı etkileme yönleri de vardır. Örneğin, alınan gıdanın miktarı ve türü, içinde yetişilen ortamın temizliği ve sağlıklı oluşu, hava kirliliği, spor olanaklarının varlığı veya yokluğu, çocuğun bedensel ve psikolojik gelişimini etkiler.
Etkileşim Süreçleri
Çevreyle biyolojik yapının sürekli etkileşim içinde bulunduğunu kabul eden psikologlar, etkileşim süreçlerine önem verirler ve onların gelişim yönünü ve derecesini belirlediğini kabul ederler. Gelişimi etkileyen üç tane önemli etkileşim kuramı vardır, bunlar:
- Freud’un Psikoseksüel Gelişim Aşamaları
- Erikson’un Psikososyal Gelişim Aşamaları
- Piaget’nin Bilişsel Gelişim Aşamaları
Bu kuramları kısaca açıklayalım:
1) Freud’un bu teorisinin temelinde iki güç vardır: Cinsellik ve saldırganlık güdüleri Freud bu gelişim aşamalarını beş döneme ayırır:
Oral dönem: Ağız uyarılmanın odak noktası olduğu dönemdir çocuğu memeden kesmek çok zordur.
Anal dönem: Anüs uyarılmanın odak noktasını oluşturur tuvalete gitmeyi öğretme temel bir adımı oluşturur Temiz, titiz, düzenli, kirli ya da dağınık olması hep bu dönemde atacağı adımlara bağlıdır.
Fallik dönem: Cinsel organ uyarılmanın odak noktasıdır, aynı cinsten ana babayla özdeşleşme kurmak temel adımı oluşturur. Ayrıca oedipus ve elektra kompleksleri de bu dönemin önemli özelliklerindendir.
Gizil dönem: Cinsel enerji bastırılmıştır. Savunma mekanizmalarının gelişimi en önemli görevdir.
Genital dönem: Cinsel organlar yine uyarılmanın odak noktasıdır, olgun cinsel ilişkiler geliştirebilmek en önemli görevi oluşturur.
2)Erikson gelişimi cinsellik üzerine değil de sosyal yaşam üzerine bina eder. Erikson’un bu teorisi sekiz dönemden oluşur ve bu her bir dönemin içinde birbirine karşıt iki duygu vardır, bunları ne kadar dengeler ve çatışmayı çabuk bitirirsek o kadar mutlu oluruz.
Temel güven ve bunun karşıtı temel güvensizlik: Bebek kendine bakan kişiye güven bağları kurmalıdır. Eğer bebek bu dönemde güvensizlik yaşarsa hayatı boyunca bu duygu ondan ayrılmaz. Çocuk, annesinin kendini bırakıp gitmeyeceğine ve annesinin kendisine önem verdiğine inanırsa, güven duygusu doğal olarak gelişir. Tersi ise güvensizliği doğurur.
Bağımsızlık ve bunun karşıtı utanç ve şüphe: Çocuk bağımsızlık peşindedir. Giyeceğini kendisi seçmeye başlar, sokakta çıkıp oynamak ister. Emin gördüğü ortamda annesine ihtiyacı yokmuş gibi davranan çocuk, yabancı bir ortamda hemen annesine koşar. Tuvalet eğitimi iyi becerilmezse utanma duygusu yerleşir.
Girişim ve bunun karşıtı suçluluk duygusu: Çocuk kendine daha güvenli ve saldırgan olur, aynı cinsiyetten ana-babayla çatışma suçluluk duygusuna yol açabilir. Çocuk kendine uygun cinsel rolü de algılamaya başlamıştır.
Üreticilik ya da aşağılık duygusu: Çocuk kültürün gerektirdiği bütün becerileri ( okuma, yazma, bisiklete binme, oyun oynama, vb.) kazanmak zorundadır; aksi halde aşağılık duygusu geliştirir. Bu dönem çocuğun okula başladığı, yeni arkadaşlar edindiği ve sosyal becerileri kazandığı dönemdir.
Benlik özdeşleşmesi ve bunun karşıtı rol bunalımı: Genç kişi cinsel ve mesleksel benlik özdeşimini gerçekleştirmeli ve yeni değerler aramalıdır. Bu dönem bireyin ergenlik dönemini kapsar. Ergenlik çağında gelişmekte olan bireyin kendi benliğini bulması ve tanımlaması en önemli vakadır. Bu dönemde birey çeşitli davranışlar ve tutumlar içerisine girebilir: Dağınıklık, körü körüne bağlılık, askıya almak ve özdeşleşmenin başarılması. Özdeşleşmenin başarılması 18-24 yaşları gerçekleşmektedir.
Yakınlık ve bunun karşıtı yalnızlık: Yetişkin gerçekten yakın ve mahrem olan ilişkiler geliştirme durumundadır; aksi halde kendini soyutlanmış ve yalnız hisseder. Artık birey evlenmek, kariyer yapmak ve düzenli bir hayat sürmek için hayatında kesin karalar almalı ve bunu uygulamalıdır.
Üreticilik ve bunun karşıtı verimsizlik: Yetişkin “meşaleyi gelecek nesillere aktaracak” biçiminde, çocuk yetiştirme, yaratıcı davranışlarda bulunma, başkalarına yardım gibi, bazı faaliyetlere girmelidir. Aksi halde kendini verimsiz ve değersiz hisseder. Yaptıklarının toplum tarafından onay görmesi lazım yoksa kendini mutsuz hissedebilir.
Benlik kaynaşımı ve bunun karşıtı çökkünlük ve bezginlik:
Son aşama olarak yetişkin, daha önceki aşamaları kaynaştırarak, kendisinin gelişerek nasıl bir insan haline geldiğini kabul etmelidir. Aksi halde çökkün ve iç barışı olmayan bir insan olur. Birey o ana kadar ki yaptıklarını ve yaşadıklarını değerlendirir, bunlar kendisine tatmin sağlarsa mutlu olur yoksa hayat onun için anlamsızlaşır.
3 ) Piaget’nin bilişsel gelişim aşamaları: Piaget gelişimi daha çok zihinsel alanı inceleyerek, çevrenin ve bu algısal gelişimin birbiriyle etkileşimini incelemektedir. Bu aşamalar dört evrede incelenir:
Duygusal-hareketsel (sensory-motor) aşama (0-2): Bebek dış dünyayla duyu organları ve nesnelerle yaptığı faaliyetlerle etkileşim kurar. Dokunma, tutma ve emme gibi basit hareketlerden başlayarak daha da kompleks davranış ve tutumları öğrenmeye başlar. Bebek bu dönemde nesnelerin değişmezliğini keşfetmeye başlar.
Operasyon (işlem) öncesi devre (2-6): Çocuk zihinsel imgeler veya kelimeler yoluyla dış nesne ve olayları temsil eder; nesneleri gruplara ayırmaya başlar, fakat akıl yürütme nesnelerin görünüşlerine ve hareketlerine bağlı kalır. Bu devrede daha önce kazanılan iç temsil süreçleri daha karmaşık ve çok yönlü olmaya başlar. Çocuk kelime kullanmaya ve ilkel bir düzeyde sembol ile bu sembolün temsil ettiği nesne arasındaki ilişkiyi anlar.
Somut işlemsel aşama (operasyon) (6-12) : Düşüncenin soyutlaşması yönünde atılan büyük bir adım bu aşamada gerçekleşir. Deneylerine dayanarak çocuk toplama, çıkarma, sınıflama ve sıraya dizme gibi bazı yeni zihinsel işlemleri yapabilir. Bu aşamada; kitlenin değişmezliği, cinsiyet rolleri, hayal ve gerçek gibi kavramlar belirli bir seviyede anlaşılmaya başlanır.
Formel işlemsel aşama (12-18): Birey soyut ve karmaşık zihinsel işlemleri kullanarak sorunlara sistematik olarak yaklaşabilir. Nesnelere dayanmadan soyut kavramları ve sembolleri kullanabilir. Her yetişkin bu aşamaya ulaşamayabilir. Bu düzeye ulaşan bir çocuk, belirli bir sorunu çözebilmek için değişik hipotezler geliştirir ve her bir hipotezi birer birer dener. Çocuğun düşüncesi gelişmiştir. Artık çocuk soyut olarak düşünebilir.
Bu üç temel görüş insanın gelişim dönemini farklı açılardan ele almaktadır. Hiç biri tam olarak tek başına açıklamaz ama birleştirilince özel bir anlam kazanır. Bütün bunların sonunda şu iki soru akla gelebilir: 1) Gelişme sürekli bir çizgiyi mi takip eder, yoksa birbirinden doğaları itibariyle farklı adımlardan ve aşamalardan mı oluşur? 2) Bireyin temel kişilik yapısını tamamlamada ve belirlemede, ilk aşamalardaki etkiler, daha sonraki aşamalardaki etkilerden daha mı önemlidir? Bunlara verilen cevaplar her kurama göre farklılık arz eder.
TEMEL ETKİLEŞİM SÜREÇLERİ
HAYAT BOYU BİYOLOJİK GELİŞİM
23 tane anneden 23 tane de babadan gelen kromozomlarla döllenen yumurta gelişerek zigotu, embriyoyu, fetüsü ve derken çocuğu meydana getirir. Anne karnında olan bebek dış saldırılara da açıktır mesela annenin yetersiz beslenmesi ya da yanlış beslenmesi çocuğa kalıcı zararlar verebilir. Onun için annenin yediğine içtiğine dikkat etmesi gerekir. Dünyaya gözlerini açan çocuk savunmasızdır ve kendini güvende hissedeceği kişilerin yanında olmalıdır. Çocuğun mizacının, kısmen ana-babanın genetik etkisiyle yapılaştığına inanan bilim adamları bugün çoğunluktadır. Çocuğun genetik yapısı, onun bedensel ve psikolojik süreçlerinin her yönünü etkiler. Yüz yapısı, sesinin tonu, ergenlik, gelişme çağındaki gelişmelerin sırası ve zamanlaması bireyin genetik yapısıyla ilgilidir.
Ergenlik döneminde birey hızlı bir gelişme dönemine girer. Bu gelişme hem fiziksel hem de zihinseldir. Birey bir çok çatışmanın içerisine girer ve bu dönemde değerler değişebilir. Arkadaş çevresi büyük bir önem taşır ve aileyle fikir ayrılıkları çoklaşır. Yetişkinlik döneminde ise artık bedensel gelişim belirli bir seviyeye ulaşır ve zihinsel gelişim de en üst seviyeye çıkmıştır.
Yaşlılık döneminde ise artık fiziksel gerileme başlamıştır. Eskiden rahatlıkla yaptığı şeyler artık birey için zorlaşır. Ölüm yaklaşır, hastalıklar çoğalır. Her canlı gibi insan da vakti gelince kendinin benzeri bir organizma bırakarak bu dünyadan ayrılır.
HAYAT BOYU ZİHİNSEL GELİŞİM
Zihinsel gelişim ilk çocukluk döneminde önce varlıkları tanımayla başlar. Daha sonra sembollerle varlıklar arsında ilişki kurmaya başlar. Dil gelişimi bu dönemin en önemli özelliğidir. Okula başlayan çocuk somut kavramları anlamaya başlar ergenlikle beraber soyut şeyleri de anlamaya başlar. Yetişkinlik döneminde artık zihni işlevler de doruğa ulaşmıştır.
Yaşlılıkta zihinsel fonksiyonlar gerilemeye başlar. Bunun nedeni fiziksel nedenler olabileceği gibi sosyal yaşamındaki değişiklikler de olabilir.
HAYAT BOYU SOSYAL GELİŞİM
Çocuk ilk olarak ailesiyle sosyal bir birliktelik kurar. İkincisi ise okula başlayınca öğretmen ve diğer çocuklar onun en önemli varlıkları olur. Ergenlikte ise arkadaşlar çok önemlidir hatta bazen aileden bile daha çok fikir danışılır. Yetişkinlikte artık bir aile kurmak, çocuk sahibi olmak,işinde başarılı olmak için daha farklı sosyal ilişkiler içine girilir. Orta yaş döneminde bazı çalkantılar yaşanırsa da bunlar atlatıldıktan sonra ise ilişkiler düzelir.
Yaşlanınca ölümün yaklaşması, arkadaşlarını kaybetmesi, çocuklarının uzaklaşması gibi durumlar onun bu dünyada yalnız olduğu hissine kapılmasına neden olur.
SON AŞAMA: ÖLÜM
Ölüm artık bu dünyadaki son basamaktır. İnsan varolduğu günden buyana bu hayatta sonsuza kadar kalmanın yollarını aramıştır. Çünkü yok olup gitmek insanın kabullenmekte zorlanacağı bir durumdur. Genetikteki bazı gelişmeler uzun yaşamanın mümkünlüğünü bulduysa da ölümsüzlüğü bulamamıştır. İşte din bu noktada tam bir kurtarıcı gibidir. Ölüm, toplumun ve bireyin dinsel inançlarıyla sıkı sıkıya ilişkili olduğu için, bireyden bireye, aileden aileye ve bir toplumdan diğerine değişiklik gösterir. Bu konudaki araştırmalar, dinsel inançları kuvvetli olan kimselerin kendilerinin diğer yakınlarının ölümünü daha sakinlikle kabul etmeye hazır olduklarını göstermiştir. Din bu dönemde insanların sıkı sıkıya bağlandığı ve onları huzura kavuşturan önemli bir olgudur.
Bu konuda Türkiye kültürü bakımından batılı ülkelere göre daha şanslıdır. Çünkü bizde yaşlılara saygı vardır ve aileler büyüklerine sahip çıkar. Ancak kimsesizler huzur evlerindedir ama yine de hayırseverler ilgisini gösterir oysa Batı’da yaşlılar genelde yalnızdır ve ölüme yalnız gider. İyi bir hayat felsefesi geliştirir , kendimizle ve çevremizle iyi ilişkilerimiz olursa bu hayattan mutlu ayrılabiliriz.
Yorumlar